Bahçeli grup toplantısında şu ifadeleri kullandı:
Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan bütün vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda hayat mücadelesi veren bütün kardeşlerimize en iyi dilek ve duygularımı sunuyor, onları hasret ve muhabbetle selamlıyorum.
Bildiğiniz gibi, Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyaset anlayışının merkezinde millet vardır.
- Acısı bir, sevinci bir olan,
- Geleceğini geçmişinin emanetleri üzerine kuran,
- Hayatın güçlükleriyle savaşan,
- Huzur ve refah arzusuyla dolup taşan,
- Alın teriyle, göz nuruyla, el emeğiyle rızkını arayan,
- Helal kazancıyla bereket bulan büyük bir milletin sevdalısıyız biz.
Partimiz, gücünü ve güvenini milletinden alan bir siyasal düşüncenin savunucusudur.
Onun için de adımız Milliyetçi Hareket’tir.
Millet olma halinden daha güçlü bir yapı, daha demokratik bir imkan, daha kudretli bir seviye henüz bulunmamış, bulunamamıştır.
Milletlerin varlığıyla yeryüzünün çehresi, medeniyetlerin yörüngesi değişmiştir.
Millet olmanın dinamizmiyle milli devletler doğmuştur.
Demokrasiler de millet gerçeğinden beslenmiş ve gelişmiştir.
Bizim vazgeçmeyeceğimiz temel; millet gerçeği, millet oluşumudur.
Milliyetçilik de bu gerçeğin ve oluşumun şuurla kavranması, gururla seslenişidir.
Ancak milletleşme, sonuçlanmış değil devam edegelen doğal ve dinamik bir süreçtir.
Beraberce yaşanan her gün, her saat, her an; tarihi nitelikli ittifakla benimsenmiş zengin bir dile, devasa bir kültüre, kutlu ülkülere doğru artan bir kaynaşmadır.
Millet olma hali, toplumun sosyal, kültürel, ekonomik bağın tartışmasız uzlaşma alanıdır.
Bir oyun havası ile neşelenmemiz, bir ağıtla hüzünlenmemiz bu yüzdendir.
Milli bir zaferle sevinmemiz, doğal bir afetle üzülmemiz bu nedenledir.
Millet olma şuurunun zemini ve çıkış noktası ise yükselen üst kimlik ve kültür unsurlarıdır.
Ancak, millet olma hali, onu oluşturan alt kültürlerin, lehçelerin ve hatta kimliklerin inkârı anlamını da taşımayacaktır.
Bu açıdan Milliyetçi Hareket Partisi’nin millet anlayışı dışlayıcı, yok sayıcı, ötekileştirici ve uzaklaştırıcı değildir, hiç de olmamıştır.
Tamamen kültürel temelde dile getirilen “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözü, ortak bir heyecanda, ortak bir hedefte kucaklaşmayı temsil etmiştir.
Bu itibarla, hiç kimsenin kökenini veya mezhebini öne çıkaran, kaşıyan, kanatan, küçümseyen, reddeden, aşağılayan, engelleyen, yasaklayan bir zihniyete yakın durmamız, böyle bir yanlışı tasvip etmemiz düşünülemeyecektir.
Yine bu kapsamda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda da millet kavramı birleştirici ve bütünleştirici bir rol oynamıştır.
Etnik köken, dil, din ve inanç farkı gözetilmemiştir.
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının her biri bilakaydüşart Türk milletinin eşit, şerefli ve saygın fertleridir.
Türkiye Cumhuriyeti devletini Türk milletinin birlikte yaşama ülküsü ve aynı kaderi paylaşma iradesi kurmuştur.
Partimiz, ülkemizde yaşayan kardeşlerimizi “Türk milleti” varlığı içinde kucaklamıştır.
Şu kadarını söylemeliyim ki, milletin var olma azim ve iradesi olan milli şuur diri ve dirençli olduktan sonra hiçbir bölücü, hiçbir iç ve dış düşman üzerimizde operasyon yapamayacak, habis ve hain emellerine ulaşamayacaktır.
Güvence çelikleşmiş milli birlik ve kardeşliğimizdir.
Mondros Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasından İlk Meclis’in açılışına, oradan da kana boyanmış İzmir rıhtımına kadar milli onurumuza en ağır saldırı ve suikastlar yapılmıştı.
Ne var ki, Türk milleti felaketlerin şiddetli ateşini birer birer göğsünde söndürerek istiklalini kurtarmasını bildi ve bunu milli birlik ruhuyla başardı.
Mütareke yılları İstanbul’unda her gün Ayasofya’ya haç asanlara, Anadolu’nun bağrında askerlerini, dağlarında çetelerini, sokaklarında ise işbirlikçi memurlarıyla işgal komiserlerini gezdirenlere bu aziz millet teslim olmadı, göz yummadı, tamam demedi, eziyete ve zillete boyun eğmedi.
İnanıyorum ki, bugün de eğmeyecek, bugün de tedavüldeki rezil oyunları alttan almayacaktır.
Gazali der ki, aklı bir kenara bırakıp sırf eskileri taklitle yetinmeye çağıranlar cahil, sadece akılla iktifa edip Kuran ve Sünnetin ışığından yararlanmayan da aldanandır.
Hamd olsun, biz bu iki cevheri irfanla birleştiren Müslüman Türk milletiyiz.
Ne Türklüğümüzü ne de Müslümanlığımızı tartışmaya açtırırız.
Milli siyasetimizin yol haritası tarihle çizilmiş, milli kültürle belirlenmiş, akılla bezenmiş, ahlakla derinleşmiş, inançla dengelenmiştir.
Meseleye genişletilmiş yeni damarlardan girersek şu gerçeği net olarak görmemiz mümkündür:
Siyasal hedefler milletin manevi değerleriyle birleşmedikten, bu sayede billurlaşmadıktan sonra söylenen hiçbir söz millet vicdanında karşılık bulmayacaktır.
Millete rağmen siyaset anti demokratiktir.
Milletin hassasiyet ve iradesiyle çatışan siyaset gayri meşrudur.
Milli iradeyi silahın vesayetine alan her girişim, her niyet, her müdahale ise darbedir.
Özellikle ifade etmeliyim ki, millet iradesine cephe alan dayatmacı ve icazetli siyasetçilerin karşımıza geçip demokrat pozları vermesi su katılmamış ikiyüzlülüktür.
Cumhur İttifakı millet ne diyorsa ona kulak veren, millet ne istiyorsa onu önceliğine alan, milletin ruh köküne tamamıyla muvafık siyaset yapan milli ve demokratik bir hüviyete sahiptir.
Bizi, diğerlerinden ayıran müessir ve mümeyyiz fark da budur.
Büyük İslam filozofu İbni Haldun, siyasal otorite sahibi ile siyasal iktidar ayrımı olduğunda devletin gücünden kayba uğramasının kaçınılmaz olduğuna işaret etmişti.
Buna da devlet hastalığı teşhisi koymuştu.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle bu hastalık kökten tedavi edilmiş, Cumhur İttifakı da bu tedavinin çok şükür hekimbaşı olmuş ve bu vasfıyla tarihe geçmiş, milli gönüllerde taht kurmuştur.
Bugünün tarihi bir gün yazıldığında, geleceğin Türk nesilleri, kimin dürüst kimin dalavereci, kimin vatansever kimin vatansöver, kimin demokrasi yanlısı kimin demokrasi karşıtı olduğunu elbette idrak ve tescil edecek, hak ile batılın bir kez daha tefriki somutlaşmış olacaktır.
Biz müsterihiz, müftehir bir vicdan müşahitliğinde kendimizden de ziyadesiyle eminiz.
Çiğ süt içmediğimizden dolayı karın ağrısı çekmiyoruz.
Mahcup olacağımız, tedirginlik duyacağımız, korkup saklayacağımız bir açığımız, bir eksiğimiz, bir zaafımız olmadığı için rahatız, gözümüzü budaktan sözümüzü de dudaktan esirgemiyoruz.
Gündüz şapkalı gece külahlı; sözde demokrat özde despot olanların ne yaptığını, neyi amaçladığını, hangi kirli ilişkilere savrulduklarını hem görüyor, hem de onlara sandığın kaç bucak olduğunu göstermek için gün sayıyoruz.
Erken seçim tartışmalarının sıcak gündemde tutulması maksadıyla sipariş açıklamalar yapan gafillerin, 2023 yılının Haziran ayını beklemek durumunda olduklarını bir kez daha hatırlatmayı lüzumlu görüyoruz.
Türk milleti, Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıl dönümünü bir yanda bahtiyarlıkla kutlayacak, diğer yanda bizatihi kendi tarihi ve egemenlik haklarını savunarak Cumhur İttifakı’nı ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni demokratik zaferle taltif edecektir.
Türkiye’nin geleceği heba edilemez, etmek için ortam kollayanlara fırsat verilemez.
Bölücü terör örgütü PKK’nın keşif kolu ve gözetleme kulesi olan HDP’yle yasak bir ittifak şemsiyesi altında toplananlar, bunun adına da gerçek anlamından koparılmış demokratik güç birliği diyenler içine düştükleri zilletin bedelini er ya da geç ödeyeceklerdir.
Hakem ve hakim olan millettir.
Himaye edenimiz ise Cenab-ı Allah’tır.
Şehitlerin, gazilerin, solan umutların, sönen ocakların, yetim yavruların, ciğeri yanmış dulların, gözü yaşlı anaların, için için ağlayan babaların hesabı mahşere bırakılmayacak, bu dünyada mutlaka sorulacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi buna yeminlidir.
Cumhur İttifakı buna kararlıdır.
İstiklal için birlik diyoruz.
İstikbal için dirlik diyoruz.
And olsun, kazanın Türkiye olacağına yürekten inanıyoruz.
Kahraman bir millet kaybetmez, mazisinde de kaybetmemiştir.
Korkaklar ise her gün kaybetmeye, her gün ölüp ölüp dirilmeye mahkumdur.
Safımız belli, tarafımız belirgindir.
Sevdamız millet, gücümüz devlettir.
İçimizi Furkan nuruyla aydınlatmasını niyaz ettiğim Allah’a şükürler olsun ki, bu vatanı, bu milleti, bu devleti canı pahasına savunacak kahramanlarımız vardır ve hıyanete asla kapı aralanmayacaktır.
Değerli Dava Arkadaşlarım,
Sayın Basın Mensupları,
2021 yılı İstiklal Marşı’nın yüzüncü yıldönümüdür.
Aynı zamanda 2021 yılı İstiklal Marşı yılıdır.
Korkma, diye başlıyor İstiklal Marşımız, Korkma!
Korkma, varsın ihanet karanlık sokaklarda kol gezsin,
Korkma, varsın işbirlikçiler hainlerle elele versin,
Korkma yine bütün dünya karşımıza geçsin,
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak,
Yurdumun üstünde tüten en son ocak.
Kararımız budur, kaderimiz budur, kavlimiz budur.
Rahmetle ve hürmetle andığımız merhum vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un muazzam duyuşuyla satırlara dökülen İstiklal Marşımız bir cesaretin, bir faziletin, bir ferasetin, bir imanın, gıpta edilecek vatan ve millet sevgisinin abideleşmiş manzum eseridir.
Bu eser milletin ebedi duruşudur.
Ve bu milleti korkutacak, korkuyla sindirecek, korkudan korkuya sürükleyecek herhangi bir muhasım güç dünya üzerinde ne olmuş ne de olacaktır.
Herkes hesabını buna göre yapmalıdır.
Bizim terk edecek bir vatanımız yoktur.
Bizim çizilecek bir sınırımız yoktur.
Bizim bölünecek bir milletimiz yoktur.
Bizim yıkılacak bir devletimiz yoktur.
Ve bizim vazgeçecek tek bir insanımız dahi yoktur.
CHP yanlıştadır, İP yanlış ata oynamıştır, HDP ise A’dan Z’ye yozlaşmanın ve terör bataklığının içindedir.
Dünyanın hangi medeni ve demokratik ülkesinde teröre aleni destek veren bir partiye ahlaken ve hukuken cevaz vardır?
13 insanımızın kafasına kurşun sıkmak suretiyle şehit eden teröristlere arka çıkan, yardım ve yataklık yapan parti görünümlü bir suç örgütüne siyaset ve demokrasi hayatında nasıl yer olacaktır?
Gara’da yuvalanan teröristlere haber götürüp onlardan kanlı emirler getiren milletvekillerinin şehit ve gazi yadigarı TBMM’de ne işi vardır?
Terör saldırılarını bırakınız kınamayı, küstahça devleti suçlayan, vahşete tek bir söz dahi edemeyen, üstelik milletin hazinesinden geçinen terörizmin çakar takmış militanlarına sabır göstermek Türk milletine en şedit saygısızlıktır.
HDP tarih ve millet önünde suçludur, destekçileri suçludur, ittifak ortakları ağır bir vebal altındadır.
Şu verilere dikkatinizi çekmek isterim;
Gara katliamına kadar, 1984 yılıyla 2021 yılı Şubat ayı arasında, 92 bin 964 terör olayı gerçekleşmiştir.
7 bin 305 güvenlik görevlimiz şehit edilmiş, 16 bin 608 güvenlik görevlimiz de yaralanmıştır.
Şehit edilen sivil vatandaş sayımız da 4 bin 494 olmuştur.
Bu süreçte etkisiz hale getirilen terörist sayısı 36 bin 106’yı bulmuştur.
Hangi bir vicdan sahibi vatan evladımız bu fecaate, bu zulme, dökülen bunca kana sessiz, seyirci veya tarafsız kalabilir?
Hıyanete tarafsızlık namuslu bir insan vasfı mıdır?
Terör eylemlerini, cılkı çıkmış sözde demokrasi ve cılız insan hakları ezberleriyle örtbas etmeye yeltenmek, PKK’nın adını dahi telaffuzdan imtina etmek onurlu ve şerefli bir tavır mıdır?
Diyorlar ki, HDP şu kadar oy aldı, bu kadar desteği var.
HDP’ye oy verenler, PKK’nın uşağı, terörün ve bölücülüğün siyasi uzantısı olsun diye mi oy verdiler?
HDP’yi tercih edenler cinayetlerin, hıyanetlerin ve rezaletlerin sökün etmesini mi istediler?
Bölücü terör örgütü PKK’nın arka bahçesi, asıl sütunu, iradesini ve varlığını Kandil’e bağlamış bir sözde partinin aldığı oy oranının, oy sayısının demokrasiyle bağdaşması, insanlıkla anılması; herkes bilmelidir ki, şehitle caninin bir görülmesi, kahraman ile hainin bir tutulması kadar korkunçtur.
Şerefiniz kadar konuşun desek ağzını bıçak açmayacak ne kadar sabıkalı ve sicili karanlık kişi varsa HDP’yi kollamak için demokrasiyi kullanmaktadır.
Demokratlığı ağızlarından düşürmeyen soytarılar Türkiye’nin ve insanlık huzurunun karşısında teker teker yuvalanmışlardır.
Popülizm ve totalitarizm küresel demokrasiye yönelik nasıl bir çifte tehditse, demokrasiyi tekeline aldıklarını zanneden, keyfi olarak çarpıtan kişi ve kesimler de ülkemize aynı oranda tehdittir.
Yeri geldi mi, insan hakları konusunda mangalda kül bırakmayan, ifade ve düşünce özgürlüğü alanlarında bilirkişi kesilen çevreler, sıra şehitlere, milli çıkarlara, milli güvenliğe ve bağımsızlık konularına geldi mi çıtını çıkarmazlar, hiç oralı olmazlar, dut yemiş bülbüle dönerler.
Zaman zaman ısmarlama metinlere imza atıp demokrasi edebiyatı yapan, özgürlük masalı anlatan, insan hakları dayatmasından geçinen sözde aydın, akademisyen, gazeteci ve kaymak tabakanın Türkiye’nin hak ve menfaatleri söz konusu olduğunda ne izlerine rastlanır, ne de esamileri okunur.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylara destek veren eski bir rektöre arka çıkmak amacıyla hazırlanmış ısmarlama bildiriye imza atan ve seçilmiş olduklarını ifade eden 38 eski rektör ve YÖK üyesinin teröre bir kez olsun tepkilerini duyanınız oldu mu?
PKK’ya numune de olsa itiraz edenini gördünüz mü?
Gara katliamını alenen lanetleyenine şahit oldunuz mu?
Türkiye’nin tek meselesi üniversite özerkliğiyle akademik özgürlüklerdeki açmazlar mıdır?
Bunlar neyin kafasını yaşıyorlar?
Bunlar kime hizmet ediyorlar? Kimlerin değirmenine su taşıyorlar?
28 Şubat süreci başta olmak üzere, bazılarının geçmişte darbeci eğilimlerini cümle alemin bilmesine rağmen, hep puslu ortamlarda öne çıkan bu çürük rektörler, Türkiye’nin yaşadığı iç ve dış sorunlar hakkında bir defalık da olsa yerli ve milli duruş gösterecek onuru ne zaman ispat edecekler?
Ellerine tutuşturulan metinlere heyecanla imza atan buçuk aydınlar, Türk milletinin üzerlerindeki hakkını ne zaman ve daha hangi haller ortaya çıkarsa ödeyecekler?
Bunları sormak ve cevabını beklemek milletimizin bize yüklediği bir sorumluluktur.
Babil’in en büyük destanı olan Gılgamış Destanı, her şeyi bilen ve gören adamın destanıdır.
Bozkurt Destanı da, Türklerin diriliş ve var oluş destanıdır.
Millet olarak mukadderatımızın itibarına, tehlikelerin cüret ve cesametine binlerce yıllık müktesebatımızla vakıfız ve hiçbir şey de gözümüzden kaçmamaktadır.
Türk milleti ne olup bittiğini, kimin kiminle hangi senaryonun parçası olduğunu açık şekilde bilmekte ve görmektedir.
Aziz Atatürk’ün tarihe geçen şu mühim sözü hepimiz için referans niteliğindedir ve aynısıyla bizim görüşümüzü yansıtmaktadır:
“Sırası gelmişken, aziz milletime şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an geri kalmasın!”
Muhterem Arkadaşlarım,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, terör örgütü PKK’yla irtibatı, iltisakı ve ittifakı meydanda olan HDP hakkında inceleme başlatması çok önemli ve beklediğimiz bir gelişmedir.
Başsavcılık inceleme sonucunda, HDP’nin faaliyetlerinin “Terör eylemlerinin odağı” haline geldiğine karar verirse soruşturma safhasına geçecek, nihayetinde hazırlanan iddianame Anayasa Mahkemesi’ne sunulacaktır.
Siyasî partilerin kapatılması, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın açacağı dava üzerine Anayasa Mahkemesi’nce kesin olarak karara bağlanmaktadır.
Anayasa’nın 69’uncu maddesinin 6’ıncı fıkrasıyla, Siyasi Partiler Kanunu’nun 101 ve 103’üncü maddelerine göre, kapatmaya konu eylemlerin yalnızca işlenmiş olması yeterlidir.
Anayasa Mahkemesi delilli ve belgeli şekilde HDP’nin terör eylemlerinin odağı olduğunu tespit ederse, ki başkaca bir seçenek yoktur, HDP diye bir partiden, kapatmaya neden olan üye ve yöneticilerinden söz etmek artık mümkün olamayacaktır.
Türkiye bir hukuk devletiyse HDP’nin kapatılması acildir, hayatidir, şarttır.
Ayrıca başka bir ad altında, mesela Demokratik Bölgeler Partisi isimli paravan terör oluşumu çatısıyla bile tekrardan faaliyette bulunmasına fırsat verilmemelidir.
Kaldı ki Anayasa’nın 69’uncu maddesi bu çerçevede açık hüküm niteliği taşımaktadır ve şöyledir:
“Temelli kapatılan bir parti bir başka ad altında kurulamaz.
Bir diğer önemli hüküm ise Anayasa’nın 68’inci maddesinin 4’üncü fıkrasındadır ve şu şekildedir:
“Siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve lâik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.”
Dokunulmazlıklarının kaldırılması talebiyle fezlekeleri TBMM’ye gelen bölücü milletvekilleri hakkında her siyasi parti tutumunu derhal netleştirmelidir.
Terör örgütü propagandası yapan, suçu ve suçluyu öven, 6-8 Ekim olaylarını kışkırtan, suç işlemek amacıyla örgüte üye olan, halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden demokrasi ve milli irade hasımlarıyla ilgili gereği hukuk sınırları içinde süratle ifa edilmelidir.
Bununla birlikte FETÖ’cülerin ve PKK’lıların yargılandığı mahkeme süreçlerinin daha fazla uzatılmadan karara bağlanması, böylelikle iç ve dış mihrakların istismar kampanyalarının önüne geçilmesi ertelenemez bir mecburiyettir.
Hiç kimse minderden kaçmamalı, yüreği yeten kartını açık oynamalıdır.
Soruyorum; CHP, fezlekeli HDP’lilerin dokunulmazlık zırhının kaldırılmasına var mıdır? Yok mudur?
Fezlekelerin içeriği nedir bir görelim, devlet intikam duygularıyla yönetilmez diyen kimliksiz CHP sözcüsü acaba senin kararın nedir?
Terörün mü safındasın? Türkiye’nin mi yanındasın?
Aklıselim çağrısı yapan CHP’liler PKK’ya hala müşfik ve minnettar mıdır?
İYİ Parti, HDP’lerin yargı önüne çıkarılmasına destek midir? Köstek midir?
İttifak ortağı CHP gibi, fezlekelerde ne var ne yok ona bir bakalım mı diyecekler?
Yoksa adaletin ve milletin çağrısına riayet mi edecekler?
Hele bir cevap versinler; HDP’nin kapatılması konusunda CHP ile İYİ Parti’nin tutumu ve duruşu ne olacaktır?
Mutfakta yangın var diyenler, vatandaki yangını ne zaman göreceklerdir?
HDP’ye destek, PKK’ya destektir.
PKK’ya destek, şühedaya ve Türkiye’ye ihanettir.
CHP kime destek vermektedir? Zalime mi mazluma mı?
İYİ Parti kimin tarafındadır? Hıyanetin mi milli haysiyetin mi?
Önümüzde büyük bir imtihan vardır.
Ak koyun kara koyun yakında ortaya çıkacaktır.
Süreç turnusol kağıdı işlevi görecektir.
Kim kiminle yürüyor belirginlik kazanacaktır.
Milliyetçi Hareket Partisi amasız, fakatsız, ancaksız şekilde dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet diyecek, HDP’nin kapatılmasını da sonuna kadar savunacaktır.
ABD bunu söylemiş, AB şunu söylemiş, bize göre fasa fisodur, hiç de önemli değildir.
Millet ne diyor, tarih ne diyor, analarımız ne diyor, yetimlerimiz ne istiyor, milli bekamız neyi gerektiriyor ona bakacağız, onu dinleyeceğiz, ona göre hareket edeceğiz.
Milliyetçi Hareket Partisi Türk milleti ve Türk devleti için doğru bildiğini ve inandığını kararlıkla haykırmayı sürdürecektir.
Bizde kıvırma yoktur, U dönüşü yoktur, çark yoktur, suya yazı yazmak yoktur, onun bunun telkinine kapılmak hiç yoktur.
Eğer bir toplumda, hatta uluslararası camiada, terörün insan hayatına yönelen, insanı yok etmeyi amaçlayan aşağılık bir eylem biçimi olduğu konusunda bir bilinç ve ortak bir irade yoksa, hatta teröristi "Siyasi mücadele" yürüten birisi olarak görme eğilimi varsa yıkım ve yok oluş kapıya dayanmış demektir.
Bugüne kadar değişik terör hareketleri karşısında bazı siyasi partilerin takındıkları menfi tavır, genellikle teröristleri cesaretlendiren yönde cereyan etmiştir.
Bunun için, terörizme karşı ortak bir anlayış ve eylem geliştirmek, günümüzde çok daha önemli hale gelmiştir.
Her siyasi partiden, her sivil toplum kuruluşundan, son tahlilde herkesten bu anlayış istikametinde bir davranış beklediğimizi de hassaten ve hasbi olarak ilan etmek bizim boyun borcumuzdur.
Değerli Milletvekilleri,
Geçtiğimiz hafta, Hocalı katliamının 29’uncu yıldönümünü andık.
1992 yılının 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gece yarısı Hocalı’da dehşet verici bir barbarlık sahnelenmiştir.
613 soydaşımız şehit edilmiş, bir milyona yakın soydaşımız yerinden yurdundan ayrılmak zorunda bırakılmıştır.
Hocalı’da şehit düşen soydaşlarımızı rahmetle anıyorum.
Ve günü geldiğinde Hocalı’nın gözündeki yaşın dineceğine, üzerine çöken mahzunluğun kalkacağına candan inanıyor, bunu ümit ediyorum.
Çünkü Hocalı hala tutsak, hala yaralı, hala hüzünlüdür.
Ermenistan, 10 Kasım 2020 mutabakatı gereğince Karabağ’ın bir bölümünü kontrolünde tutmaktadır.
Hocalı’nın zincirleri inşallah kırılacak, hak sahibine geçecektir.
Ermenistan terör devletidir, aynı zamanda kukladır.
Geçen hafta Ermenistan ordusunun Başbakan Paşinyan’a istifa çağrısı ise aslında beklenen bir akıbetin tecellisidir.
Dün de, Erivan’ın köşe başlarını tutan protestocular Paşinyan’ı istifaya zorlamak amacıyla hükümet binasını basmışlardır.
Biz konu Ermenistan olsa bile, demokrasinin hakim olmasını ister, ısrarla sağduyuyu ve aklıselimi tavsiye ederiz.
Bunun ilkesel bir takdir ve tercih hakkımız olduğunu önşartsız ileri süreriz.
Ermenistan’ın darbeye mesafeli, demokrasiye yakın olması dileğimizdir.
Düşman da olsa mertliğimizi bozmayız.
Diz vuranın başına çökmeyiz.
Biz Türk milletiyiz, biz Türkiye’yiz.
Aynı tutarlılığı ve duyarlılığı muhatap ülkelerden de bekleriz.
ABD’nin S-400 konusundaki dayatmacı ve dostane olmayan buyurgan yaklaşımı ne demokratik kazanımlara ne de müttefiklik hukukuna uygundur.
İstenen nedir?
Türkiye, ABD beğenmedi diye S-400’ü Rusya’ya geri mi iade etsin?
ABD istemiyor diye, hava savunmasından tavizler mi versin?
Herhangi bir silahı veya füze savunma sistemini milli çıkarlarımız ve güvenlik mülahazalarımız kapsamında nereden ve kimden alacağımıza biz karar veremeyeceksek, sorarım sizlere bağımsızlıktan, egemenlikten, varoluş onurundan nasıl bahsedeceğiz?
Türkiye, ABD’nin ne yaptığına, neyi alıp sattığına karışıyor mu?
Hadi bunu geçtik de, PKK/YPG’ye silah vermeyin dediğimizde kulak asan çıkıyor mu?
Bizim görüşümüz açıktır.
Alınan silah tehdit vasat bulursa mutlaka kullanılmalıdır.
Şayet tehdit yoksa silaha zaten gerek de yoktur.
ABD’yle diyaloğumuz S-400’e bağlıysa, o zaman ABD’nin terör örgütleriyle güney sınırlarımız boyunca ne yaptığını, neleri planladığını, Doğu Akdeniz’de neden karşımıza geçtiğini, Dedeağaç’a niçin silah yığıp üs kurduğunu sormak milli bir görevimizdir.
Türkiye’ye, Rusya ile ABD/NATO arasında seçime zorlayanlara, Çift Başlı Selçuklu Kartalının bize gösterdiği milli vizyonu yüreklice hatırlatmak isterim.
Biz ne doğu ne batı demiyoruz, ya doğu ya batı da demiyoruz; nitekim hem doğu hem de batı irade ve kararındayız.
Bundan da şaşamayacağız, yolumuzdan dönmeyeceğiz.
Seven sever, sevmeyen kendi ilişki ve ittifak ağını elbette kendi seçer.
Bize göre, S-400 konusunda başkalarının servis ettiği formüller değil, Ankara kriterleri geçerli olmalıdır.
Kaldı ki silahları depolarda çürütmek için onca maliyete de katlanmadık.
ABD’nin, Yunanistan’ı ileri karakol haline getirmek için uğraşması, bu iki ülke arasında son zamanlarda yoğunlaşan ilişkiler manzumesi nasıl yorumlanmalı, neye yorulmalıdır?
NATO müttefikleri olarak, bu müttefikliğin ahlaki sorumluluğuna karşılıklılık prensibiyle herkesin uymasını beklemek en tabii hakkımızdır.
Hem nalına hem mıhına vurmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır.
Yunanistan’ın geçen hafta, Ege Denizi’nde bilimsel araştırma yapan bir gemimize F-16’larla tacizde bulunması ittifak kültürüyle bağdaşmayan ayıplı bir teşebbüstür.
Bu tacize misliyle cevap verilmesi ise bizi sevindirmiştir.
Türkiye’ye S-400 konusunda parmak sallayan ABD’nin, terör örgütü PKK/YPG tarafından işgal edilen Suriye’nin kuzeydoğusuna Patriot konuşlandırması aklın ve mantığın kabul etmeyeceği bir çarpıklıktır.
ABD’nin yanlıştan dönmesi, gerilen ilişkileri yumuşatması içten dileğimizdir.
Okyanus ötesinde kurulu bulunan bazı enstitü ve düşünce kuruluşlarının peş peşe Türkiye aleyhine raporlar hazırlaması da üzerinde dikkat ve titizlikle durulması gereken bir başka altı çizilmesi gereken meseledir.
Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsızdır.
Bağımsızlığımız lütuf veya ikram değil, bizzat kahraman ecdadımızın kan ve can pahasına elde ettiği muhteşem bir kazanımdır.
Bilinsin ki, Türk milletinin bağımsızlığı asla çiğnetilmeyecektir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 13 Ağustos 1924 tarihinde gerçekleşen TBMM’nin İkinci Dönem Birinci Yasama Yılı’nın açılış nutkunda şunları söylemişti:
“Millet, sonsuz bir huzur ve güvenlik içinde rahat bulunmalıdır.
Ülkemizin herhangi bir köşesinde halkın güvenliğini, devletin birlik ve asayişini bozmaya yeltenenler, devletin bütün kuvvetlerini karşılarında bulmalıdır.
Türkiye devletinin bağımsızlığı kutsaldır.
O, sonsuza kadar güvenlik ve koruma altında olmalıdır.”
Bu konuşmasında yine demişti ki:
“Dünyanın belirli milletlerini tutsaklıktan kurtararak egemenliğe kavuşturan büyük fikir hareketleri, köhne kuruluşlara ümit bağlayanların ve çürümüş yönetim şekillerinde kurtuluş arayanların amansız düşmanıdır.”
Hiç unutulmasın ki, bağımsızlığımıza düşkünüz, esaretin de sonuna kadar düşmanıyız.
Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, sizleri bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.
Hibya Haber Ajansı