Bu tür röportajlara imza atmak gerçekten hoşuma gidiyor. Güzel hikayeler yazmak, okumak, dinlemek insanı mutlu ediyor. Bu ve benzeri söyleşileri elbette sadece gazetemizin okuyucusunun artması, kariyerinin daha yükseklere çıkması için yapmıyoruz, bu ve benzeri röportajlarla girişimcilerin ve girişimciliğe meyilli insanların motive olmasını da arzuluyoruz. Ömer Bahçıvan Bey’in öyküsü işte tam da bu amaca hizmet ediyor. Kebapçılıktan pazarlamaya oradan sanayiciliğe ‘ne alaka?’ fikrinde olabilirsiniz ama okuyunca sanırım ‘helal olsun’ diyebileceğiniz bir azmi ortaya koymuş BNV patronu Ömer Bahçıvan… Bir kez daha öğrendik ki; başarı için sadece o işi çok iyi bilinmesi yeterli değil. Başarmak için cesaret ve sabır da çok ama çok önemli… Çeyrek asırlık iş hayatında Ömer Bey, yükseldikten sonra duraklama ve gerileme dönemi yaşamış. Ama yılmamış, azmetmiş, sıfırdan başlamış ve bugün 80 ülkeye bayilik veren ve sektöründe Türkiye’nin son dört yılda üst üste en iyi ihracat yapan firması olmuş… Röportaj sırasında, Türkiye’nin dışarıdan nasıl göründüğünü de öğrenmiş olduk. Zira her yıl çeşitli ülkelerde düzenlenen fuarlara gidip gelen, dünyanın çeşitli markasıyla ticari ilişkide olan BNV patronu, bu konuda ilginç söylemlerde bulundu. Daha fazla meraklandırmadan “buyurun röportajımıza” diyerek ilk sorumuzu gelin hep birlikte soralım…
–Sayın Bahçıvan, firmanızın öyküsünü anlatır mısınız, BNV(Bahçıvan Havalandırma Fanları ve Elektrik Motorları) babadan kalma bir işyeri mi, tırnakla kazma gibi bir mücadeleniz var mı?
ÖMER BAHÇIVAN: 1979’da liseyi bitirdikten sonra ticaretin içinde buldum kendimi. Kebapçı salonumuz vardı ancak 1988 yılında İktisat Fakültesi’nde üçüncü sınıfa geçtiğimde artık kebapçılık yapmayacağımı düşünüyordum. Faal, yerinde duramayan biriydim hesap uzmanı, maliye müfettişi, mali müşavir gibi meslekleri düşünüyordum aslında. Sonra pazarlama fikri doğdu bende ve 1990’da Bahçıvan Pazarlama diye bir firma kurdum. Kebap salonumuzu yine muhafaza ettik ancak 30-40 metrekarelik bir bölümünü pazarlama için kullanmaya başladık yıl. Dalgıç pompaları, redüktörler, motorlar, havalandırma cihazları, fanlar gibi 25’e yakın firmanın teknik malzemesinin pazarlamasını yaptık. Daha ikinci yılımızda 25 firmanın 15’inin satışında Türkiye birincisi olduk. Ve bu süreç içinde bir firmanın fanlarını da pazarlıyorduk. O sektörde çok ciddi yol aldık. Ancak 1992 yılında o firma ile ürünlerinin yüzde 80’ini almamıza rağmen sıkıntı yaşadık. 1992 sonunda ‘bu ürünü yapabilir miyiz, yapamaz mıyız’ın arayışına girdik ve yapabileceğimizi ortaya koyduk. 3 ay sonra ürünümüzü masaya koyduk ve kötü ev sahibinin kiracıyı ev sahibi yapması gibi söz konusu fan üretimini biz gerçekleştirdik. Üretim gündeme gelince 80 metre kare bir yer tuttuk. Müşterilerimiz eksiğimize rağmen bize sahip çıktılar ve destek verdiler. Bir süre sonra o firma karşımızda dayanamadı ve işi bırakmak zorunda kaldı. Türkiye pazarına tek başımıza hitap edince 400 metre kare bir yer daha tuttuk.”
–Yurt dışına ne zaman açıldınız?
ÖMER BAHÇIVAN: İtalyanlara ait Petrolla firmasının Türkiye distribütörü sorun yaşamıştık. Bu sorunların aşılması için İtalya’ya gittim. Önce bize direkt mal vermek istemediler, ‘distribütörümüzle anlaşın’ dediler. ‘Zaten malınızı biz alıyoruz’ dedik. Bir süre sonra İtalyanları ikna ettik ve kabiliyetimizi anlamalarından sonra Petrolla’nın Türkiye distribütörü olduk. 2004’e kadar 10 yıl boyunca tek yetkili olduk ve bu süre zarfında mütevazı bir firma olan Petrolla’yı Türkiye’de 100 kat büyüttük. Petrolla’ya yeni atanan genel müdür 2004’e Türkiye’ye gelip büyük firmaları incelemiş ve İtalya’ya dönüp hakkımızda nasıl bir rapor vermiş ise firma Türkiye’deki tek yetkili bayii unvanımızı iptal etti. İtalya’ya gittiğimizde bize hürmet eden, kahve getiren firmanın sahibini aradık, durumu sorduk. O da ‘işte biz artık kurumsallaşıyoruz, şöyle oluyoruz, bizde artık genel ve diğer müdürlerimiz sorumlu’ deyince biz de firma ila ilişkimizi kestik. Ancak firma hatasını anladı ve önemli ciro kaybına uğradıktan sonra soruna neden olan genel müdürü kovdu, bizimle tekrar çalışmak durumunda kaldı…
–Büyümenizi İtalyan firmasına mı borçlusunuz?
ÖMER BAHÇIVAN: Ürün çeşitliliğimiz boldu bir firmaya bağlı değildik. Mesela o dönem sanayi ütüsüne ihtiyaç vardı. Bir ütünün fiyatı 150 marktı ve firmalar parasını verip sıra bekliyordu. Biz bir ütünün numunesini aldık İtalya’dan. Ve çok daha kalitelisini yapıp 75 marka sattık. Tabii tanesinde 30 mark kar elde ediyorduk. İki haftada 20 bin adet satarak 600 bin mark parayı sadece ütüden kazandık. Yani günün şartlarına göre projeler üretebiliyorduk…
–Bazı firmalar zaman içinde bedeller ödediğine yani inişli çıkışlı süreçler yaşadığını okuyoruz. Sizin de yaşadığınız böyle bir dönem oldu mu?
ÖMER BAHÇIVAN: Maalesef biz de yaşadık. Pazarlamada çok güçlüydük ve inanılmaz paralar kazandık. Hızlı büyümenin neticesinde İtalya’dan hazır motor fabrikasını satın aldık. Yükledik getirdik, büyüklerimiz ‘illa Bursa’da kurulsun’ dediler. Şahsen Bursa’ya karşıydım İstanbul’a kurulmasını istiyordum. Bursa zor oldu bizim için İstanbul’daki yoğunluktan dolayı Bursa’daki işimizle ilgilenemedik. 13 ay gibi bir sürede bütün birikimlerimizi bitirdi. Aslında ilk 8 aydan sonra İstanbul’a taşınmasını istemiştim, dirençle karşılaşınca ısrar etmedim. Ancak 13’üncü aydan sonra ‘Bugüne kadar kendi paramızı harcadık bundan sonra harcayacağımız para kendi paramız olmayacağı için ben yokum’ dedim. Sıfırdan başlar gibi devam ettik ve toparladık…
–Şimdiki durumunuzu özetleyebilir misiniz?
ÖMER BAHÇIVAN: 2018 itibariyle 320 kişiyi istihdam ederek 30.000 metrekare alana kurulu büyük bir fabrikada işimize devam ediyoruz. O tarihten bugüne bakarsak, Allah’a şükürler olsun işimizi 300 kat kadar büyüttük. BNV, bugün sektöründe Türkiye’nin lideri, dünyada bilinen bir iyi bir firma. 80 ülkeye ihracat yapan ve Türkiye’de her şehirde ürün grubu olan bir firma ancak yolun başındayız. 40 milyon TL. ihracatımız var, 100 milyon TL. satış kapasitesine sahibiz. Devletten bugüne kadar teşvik beklentimiz olmadı. Biz tamamen kendi öz sermayemizden iş yapan bir firmayız…
Size bir anekdotu anlatmak istiyorum. Sene 2007, küçük oğlum Bilal ABD’de yüksek lisan yapıyor. Telefonla görüşürken kendisine ‘10 ülkeye ihracat yapmaya başladık, hedefimiz 50 ülke’ dediğimde Bilal bana, ’ . Baba, 10 ülke için tebrik ederim ama 50’yi anlayamadım, dünyada 220 ülke var, niçin sadece 50 ülkeyi hedef seçiyoruz’ dedi. Bilal’in söyledikleriyle öylesine umutlandım ki, doğru yolda olduğumuzu hissettim. Benden sonra bayrağı daha ileriye taşıyacak çocuklarımın olması beni çok mutlu etti ve çok doğru yolda olduğumuza kanaat getirdim…
–Ömer Bey, dünyayı gezen bir Türk vatandaşı olarak ülkemizin dışarıdan nasıl göründüğünü objektif olarak anlatabilir misiniz?
ÖMER BAHÇIVAN: Yıllar önce İtalya’da iş yaptığımız firmanın Arap asıllı Mustafa Nasr isimli müdürü ile samimi olmuştuk. Mustafa Nasr, o zaman şöyle demişti; ‘Türkiye’nin önünde çok parlak bir gelecek var. İnanılmaz bir gelecek var, Avrupa’nın aksine Türkiye parlayan bir yıldız’ demişti.
–Özellikle ihracat konusunda devletin katkısı ne, bu süreçte yaşadığınız sıkıntılardan ya da desteklerden bahseder misiniz?
ÖMER BAHÇIVAN: 1990’lı yıllardan itibaren yurtdışına çıkmaya başladık. O yıllarla şimdiki durum kıyas kabul etmez. Yaşadığımız bir sıkıntıyı paylaşayım. İtalya’da Petrolla firmasıyla prensipte anlaşmıştık. Ancak aramızdaki sözleşmeye Türk Konsolosluğu’nun bir kaşe vurması gerekiyordu. Milano’daki konsolosluğa gittik, ‘Türk iş adamıyız, Petrolla’nın Türkiye distribütörü olacağız’ dedik. Kapısı kilitli, demir parmaklıklardan biri bize ‘üç gün sonra gelin’ dedi. Bir mühür için ‘yarın’ dese tamam ama iki gün sonra Türkiye’ye döneceğiz, vize sorunu var” şeklinde mazeretimiz kabul görmedi. Sırada bir personel bizi küçümsedi. Biletlerimizi iptal ettik, üç gün daha bekledik ve belgemizi mühürlettik. Bu yaşadığımız sıkıntıların boyutundan bir kesit…
Şimdi ise büyükelçiliklerde bizleri bizzat büyükelçiler karşılıyor, odasında kahvemizi içiyoruz, yemek saati ise yemek yiyoruz, ticari ateşe geliyor ‘bir emriniz var mı?’ diye soruyor, işimizin takipçisi oluyorlar. 2005 yılında kapıdan giremezdik, bırakın büyükelçiyi ticari ateşeyle bile görüşemezdik. Ama şimdilerde dünyanın neresinde olursa olsun kendi evimize gider gibi büyükelçiliklere gidiyoruz…
Yine o zamanlar Avrupa’ya gittiğimizde insanlar bize tepeden bakarlardı. Hiç kaale alınmazdık, saygı görmezdik. Yurt dışındaki insanlarımızın ezikliğine şahit olmuşum ve kahretmişimdir. Ama bugün durum çok farklı. Daha önce bize burnu havadan bakanlar şimdi önümüzde ceketlerini ilikler, havaalanından alır otele kadar götürür duruma geldiler. Bunları, daha önce yanlarına yaklaşamadığımız patronlar yapıyor. Eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında işte bu kadar uçurum var…