Ana Sayfa Teknoloji Kim Kimdir? Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya Spor Yerel Haberler
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çiftçilere müjde
Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan çiftçilere müjde
Bayraktar TB2 SİHA’ların son parti teslimatı gerçekleşti
Bayraktar TB2 SİHA’ların son parti teslimatı gerçekleşti
Fatih Terim, Panathinaikos ile yollarını ayırdı
Fatih Terim, Panathinaikos ile yollarını ayırdı
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan belgesel yapımlara destek
Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan belgesel yapımlara destek
77 ilde Mercek-19 operasyonları düzenlendi
77 ilde Mercek-19 operasyonları düzenlendi
HABERLER>SAĞLIK-YAŞAM
27 Mart 2017 Pazartesi - 10:32

Her kadının kendine ait bir odası olmalı

Ankaralı söyleşilerde akademisyen, psikolog, yazar, televizyon programcısı ve bir Ankara aşığı Prof. Dr. Üstün Dökmen’le sohbetimizde günümüz kentlerini, Ankara’yı da konuştuk. Söyleşimizin ikinci bölümünde konu kent ve mimari olunca, sohbetimize Dökmen’in kızı mimar Selcan Dökmen de destek verdi.

Her kadının kendine ait bir odası olmalı

Selcan Dökmen ile birlikte yazdığınız “İnsanın Korunakları 2-Mimari” kitabınızda Türk evi çerçevesinde konuyu irdeliyorsunuz. Ankara, Safranbolu, Beypazarı ve Kastamonu’da gördüğümüz, geleneksel ev tipinin kendine has ne gibi özellikleri var?
SD: Mekânsal, tipik yerleşim planları var. Ufak farklılıklarla temelde aynılar. Çoğunlukla ailenin günlük yaşantısını geçirdiği bir sofa alanı var. Her çiftin kendi dairecikleri, yatak odalarının hepsi sofaya açılıyor. Anadolu’daki farklı iklim ve coğrafyalara göre malzeme değişiklikleri görülüyor. Doğaya saygı zaten buradan geliyor. Şimdilerde her yeri beton ya da tuğladan yapıyoruz, Ankara’da da aynı evi yapıyoruz, Adana’da da. 

 Doğaya saygılı, sokağa uyumlu, sosyal çevreye duyarlı bu ev tipinden neden vazgeçildi?
SD: Yeni olan bizim için daha kıymetli. Geleneklerimize çok bağlıyız diyoruz ama anneannenizden kalma bir koltuğu istemezsiniz. Eski olmak daima kötüdür. Bir iç mimar olarak ben buna cevap bulamıyorum, o yüzden belki sosyoloji dâhil olmalı.
ÜD: Bir, nüfus arttığı için geleneksel evden vaz geçmek zorunda kaldık. Köyden kente göç oldu. Herkese tek katlı geleneksel ev veremezsiniz. Vatan toprağını dikine kullanmak zorundasınız. Zaten büyük şehirler yayılınca tarım alanları gitti. Biz şu anda buğday, pancar yetiştirilmesi gereken bir yerde yaşıyoruz. İkincisi de, bir psikolog gözüyle söylersem en altta yatan özgüven eksikliği. Çevre ne der, etraf ne der; herkes gibi bir evimiz olsun düşüncesi. Koltuk yerine bu sediri niye koydun diye sorabilir birisi. Yanıt; ben böyle karar verdim, biz böyle seviyoruz olmalı.

MİMARİDE DE CİNSİYETÇİLİK VAR

-Geleneksel Türk mimarisinde kadının hayatı ‘hayatta, mutfakta, avluda’ geçerken erkeğe ait bir ‘başoda’ var. Kırsalda ise mekân kullanımı açısından kadın daha özgür. Türk evinde kadının neden ‘kendine ait bir oda’sı yok? Erkeği merkeze alan mimari yaklaşımın bir kusuru mu, cinsiyet ayrımcılığından söz etmek mümkün mü?
ÜD: Maalesef mümkündür. Erkek egemen toplumda, erkek her konuda ön plandadır. Orada bir cinsiyet ayrımcılığı var. Geleneksel Türk evi haremlik selamlıktır. Babaların bir başodası var. Erkek misafirleri orada ağırlar. Başodaya çocuklar girmez, erkek yokken evin hanımı temizlik amacıyla girer.
SD: Aslında geleneksel Türk evi derken, kullandığımız örneklerin birçoğu köy yaşantısındaki ev değil. Kasaba, ilçe gibi şehirleşmiş tiplerden bahsediyoruz. 
ÜD: Köyde kaçgöç azdır, herkes akrabadır. Kadın hayata hapsolmaz. Evin önündedir, tarlaya gider. Fakat kasabaya, şehre gelindiği zaman yoldan geçen yabancılar görmesin diye, adam karısını saklamak istiyor. Kadın hayatta kapalı kalıyor. Yaşam tarzı değiştikçe mimari de, ilişki biçimi de değişiyor. Dünyada da kadının yeri yoktur aslında. Bu, batıda da kadınların ihtiyaç duyduğu bir şey. Her kadının kendine ait bir odası kesinlikle olmalı, yazanın özellikle olmalı. Ben seminerlerimde derim ki bir kadınsanız, iki yerde tek başınıza kalırsınız. Bir duşta, bir de tuvalette.

Ders kitabında eşitlik 1940’a kadar

-Cinsiyet ayrımcılığı demişken, “Ankara Destanı”nda da sözü geçen; Anıtkabir’in giriş yolundaki üç kadın ve üç erkek heykeli, bekledikleri adamın felsefesine neden aykırı dikilmişlerdir? Geleneksel yaşam tarzının izlerinin, 1950’lerin mimarisine yansımasıdır diyebilir miyiz?
1940’a kadar, ders kitaplarında kız erkek eşittir. 1950’den itibaren erkek çocuk öndedir, kız arkada. Örneğin bakkal olmuşlar; erkek kasada, kız belinde önlük yeri süpürüyor. Kimya deneyini erkek yapıyor, kız elinde boş deney tüplerini tutuyor. Kız çocuk hep yardımcı rolünde. Cin Ali’de erkek işten dönüyor, kadın yemekten sonra sofrayı topluyor. Biz psikologlar 1996’da Milli Eğitim Bakanlığı’na dedik ki, önümüzdeki yıl okul kitaplarında, bir kadın işten gelsin. Bekliyoruz, kadın daha gelmedi! Anıtkabir’in giriş yolunun başındaki altı heykel, mimari yapıyla uyumlu, sanat açısından çok güzel. Ama kadın-erkek ayrı, haremlik selamlık yapılmış. Bilinç üstünde bir kasıt yok bence ama bilinçaltında bir ayrımcılık var. Erkeklerden biri çiftçidir, biri asker, biri de öğrenci. Kadınlar amorf kitle, meslek belirtilmemiş. 50 yıllarında hemşire, öğretmen yok muydu? Ve orada bir tane kitap var, o da erkeğin elindedir. Bence alttaki mesaj, kadının temel işlevi: Doğurur, doyurur ve ağlar. Oysa kadın ve erkek eşit olmalıdır.

Ayı, güneşin batımını, ufku göremiyorsunuz

-Günümüzde her şey hızla değişiyor ama köyler, kasabalar, kentler aynılaşıyor. 1940’larda inşa edilen Bahçelievler’deki müstakil evlerin yerini apartmanlar, onların yerini de insanı yığınlar halinde istifleyerek içine hapseden kuleler, başka binaların rüzgârını kesen, güneşini engelleyen gökdelenler alıyor. Burada insanı ezen, kibirli bir yapı anlayışından söz edilebilir mi? 
ÜD: Evet, söz edilebilir. Geleneksel mimaride zenginin evi ile fakirin evi aşağı yukarı aynıydı. Türk evi, komşunun hakkını gözetiyor, manzarasını kesmiyor. Bu nezakettir. Şehirde yaşayanlar artık ayı göremiyorlar. Dip dibe apartmanların arasından gök gözükmüyor. Güzel bir Karadeniz manzarasına 100 kişi götürseniz 95’i beğenir. Çünkü orada ferah hissedersiniz. 
SD: Pencerenizi açtığınız zaman evi havalandıramıyorsunuz. İçeriye rüzgâr girmiyor. Cepheler yerden tavana kadar cam. Hedef; manzara, ışık ne varsa maksimum derecede faydalanmak. Görebildiğiniz tek şey yandaki bina. Perdenizi kapalı tutacaksınız çünkü komşuyu görüyorsunuz.
ÜD: Türkiye’de en güzel orta Anadolu’da güneş batar. Coğrafyadan ötürü, hafif toz kalkar. Burada artık güneşin batımını, doğumunu, ufku göremiyorsunuz.
-Gökdelen değil “ufukkıran” diyorum ben onlara... İnsan merkezli olmayan tasarımların ve yaşama biçimlerinin, insan davranışları ve duygu durumları üzerindeki yansıması nasıl olacak? Komşuluk, misafirperverlik ve yardımlaşmadan söz etmek gittikçe olanaksızlaşacak mı?
ÜD: Yabancılaşma, sosyalleşmede azalma, komşuyla facebook’da selamlaşma olacak. Yakınlık azalıyor. Kendinizi kalabalık içinde yalnız hissediyorsunuz. Şehre ait hissetmiyorsunuz. Sadece evinizin içi size ait oluyor. Batıda da büyük binalar var ama geleneksel yapıya dokundurtmuyor. Yüksek kat yapacaksan sana dışarıda yer gösteriyor. İstanbul 7 tepe, şimdi 507 tepe oldu. Gökdelenler olabilir bu kaçınılmaz ama bunların arasına geniş yeşil alanlar, bahçeler koyacaksınız. 300 yıllık parkı var İngiliz’in. Park mimarisi gerekiyor ki halk orada nefes alabilsin. 
SD: İlk başta kendi bahçesini ekip biçen anneannelerimiz, dedelerimiz apartmana geldiklerinde büyük bir şoka uğradılar. Sıkıntı yaşadılar ama bir süre sonra beş katlı bir apartman bizim için sıradan bir şey haline geldi. Bizden sonrakiler de buna alışacaklar. Teknolojinin getirdiği uyum sürecini atlattıktan sonra, gökdelenler çok sıradan, standart hayatın bir parçası olacak büyük ihtimal.

Yaşama ilişkin heyecanı benmari ile sıcak tutmalı

-“Hamamönü’nde eski Ankara evleri;/ birer birer restore edildi.” dizesindeki gibi bozulan insan ilişkilerinin restore edilebileceğine yönelik bir benzetmeniz var. Eğer temeli sağlamsa, onu eski haline döndürmek amaçlı evlilikte, arkadaşlıklarda, aile ilişkilerinde renovasyon (yenilenme) nasıl mümkün olabilir?
Binanın boyasını tazelemek gibi insan ilişkilerini de restorasyona uğratmak, yenilemek gerekiyor. Yaşama ilişkin heyecanı benmari ile alttan sıcak tutmalı. Kaynamaz, dibini tutmaz, yanmaz, soğumaz. Bir de renove etmek gerekiyor. Renovasyon, bir yapıyı yeni kullanım amacına uygun hale getirmek, işlevini değiştirmektir. Bir kervansarayı otele çeviriyorsun çünkü artık kervan yok. Başka türlü yaşatamazsınız orayı. Yeni yaşam tarzı ve yeni pozisyonlar, yeni ilişki biçimini getirmeli. En sevdiğim örnek; erkek direksiyona geçer, annesi sağa oturur. Evlenir, anne yine geçer sağa oturur. Gelin arkada sinir içinde. İlişkiyi yeni şartlara uydurmak, kabullenmek gerekir.
-“Denizi yok, kara/ Nesini seviyorsun bu Ankara’nın?” diye soranları “Sen sorasın diye!” dizesiyle yanıtlıyorsunuz. Size Ankara üzerine şiir yazdıran sebepleri merak ediyorum. 
“Ankara Destanı”, Ankara üzerine yazılmış en uzun şiir. Parçaları var tabii ama aslında tek bir şiir. Ankara’ya, Cumhuriyet’e ve eşim Zehra Hanım’a aşkımı anlatıyor. Ankara başkent; devlet vardır burada, hükümet değil. Hükümetler değişir, devlet değişmez. Meclis ve Anıtkabir var. Ankara sevgimiz var.
-Ankara neden sizin şehriniz, mekânınız?
Çünkü alışkanlık... En sevdiğim on şehrin sıralamasını yapsam ilk, Ankara’yı söylerim. Ankara benim memleketim. 
Sesi neden mavi?
Çünkü annem İstanbul’da doğmuş büyümüş, mavi rengi çok severdi. Benim için Ankara mavidir. “Kim demiş ki Ankara’da deniz yok diye/ Deniz Gezmiş’in kemikleri Ankara’da.”

 
Müzik yolculuğu başlıyor
 
Miniklerden Ertürk’e çam fidanı
YORUMLAR
 Onay bekleyen yorum yok.

Küfür, hakaret içeren; dil, din, ırk ayrımı yapan; yasalara aykırı ifade ve beyanda bulunan ve tamamı büyük harflerle yazılan yorumlar yayınlanmayacaktır.
Neleri kabul ediyorum: IP adresimin kaydedileceğini, adli makamlarca istenmesi durumunda ip adresimin yetkililerle paylaşılacağını, yazılan yorumların sorumluluğunun tarafıma ait olduğunu, yazımın, yetkililerce, fikrim sorulmaksızın yayından kaldırılabileceğini bu siteye girdiğim andan itibaren kabul etmiş sayılırım.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

FACEBOOK YORUM
Yorumlarınızı Facebook hesabınız üzerinden yapın hemen onaylansın...
KATEGORİDEKİ DİĞER HABERLER
Protokol yolu ölüm yolu olmasın
Protokol Yolu Pursaklar girişinde üst geçidin uzak olması nedeniyle yayaların ...
Testerlardaki tehlikenin farkında mısınız?
Makyaj malzemesi almadan önce kozmetik marketlerde deneme amaçlı birçok ...
Hamilelikte bel ağrılarından uzak kalmak mümkün
Fizyoterapi Uzmanı İsmail Çağrı Koca, hamilelik sürecinde oluşan bel ağrısı ...
 
: anayasa değişikliği, Başbakan Binali Yıldırım, chp, Kemal Kılıçdaroğlu
Bağırsak düğümlenmesi aşırı yemek yemekten kolon kanserine kadar pek çok nedenden meydana gelebilir.
Müzisyen sağlığı hekimlere emanet
Bilkent Üniversitesi, ‘Müzisyen Performans Sağlığı’ programı ile enstrüman ...
‘Muhammed Salih Türkiye’ye emanet’
FETÖ tarafından darbe teşebbüsünde bulunulan 15 Temmuz gecesi şehitlerinden ...
 
Yavru köpek rögara düştü
Kahramankazan’da 5 metre derinliğindeki rögar çukuruna düşün yavru köpek ...
Akşam içtiğiniz çay uykunuzu kaçırıyorsa...
Akşam çay içersem gece uyuyamıyorum' cümlesinin aslında tıpta çok önemli ...
Dalma nöbetlerine dikkat
Absans epilepsi veya diğer adıyla dalma nöbetleri, özellikle çocuklar ...
 
ANKARA GAZETESİ
YAZARLAR
İlker Tosun
İlker Tosun
Bahçeli Grupta neye dikkat çekti
Oylum DEMİRAY
Oylum DEMİRAY
Siyasette Yapay İsimler
Dilek YILMAZ
Dilek YILMAZ
MİT hainlere darbe vurmaya devam ediyor
Durak Avcıoğlu
Durak Avcıoğlu
Tasarruf Tedbirleri Çok Yerinde
Erkan Zorlu
Erkan Zorlu
Sığır beyni taşıyan bir zavallının düşündürdükleri
ANKARA
TWITTER'DA ANKARA GAZETESİ
FACEBOOK'TA ANKARA GAZETESİ
ÇOK OKUNANLAR
ÇOK YORUMLANANLAR
ANKET
Türkiye'nin aktif dış politikasını nasıl buluyorsunuz?

Doğru Buluyorum
Yanlış Buluyorum
Fikrim Yok

Sonuçları göster Anket arşivi
ARŞİV
Ana Sayfa Teknoloji Kim Kimdir? Gündem Siyaset Ekonomi Asayiş Eğitim-Bilim Kültür-Sanat Sağlık-Yaşam Dünya
KünyeHakkımızda KünyeKünye İletişimİletişim FacebookFacebook TwitterTwitter Google+Google+ RSSRSS Sitene EkleSitene Ekle Günün HaberleriGünün Haberleri