Yeşilçam'ın etkili isimlerinden olan usta sanatçı Hülya Koçyiğit'e dair merak ettiklerinizi haberimizden öğrenebilirsiniz.
Küçükten büyüğe gidelim mi? Nasıl “bulaştınız” sanata? Önce tiyatro muydu?
Sahneyle ilk tanışmam 5-5,5 yaşımda İstanbul’a gelen Medrano Sirki ile oldu. Çalan müziğe kapılıp kendimi sahnede bulmam bir oldu. Kendimi müziğe, ışıklara kaptırıp dans ettiğimi hatırlıyorum. Gözlerimi, gelen alkış sesleriyle açmıştım. O ışıkları ve alkışlayanları asla da unutamam. İlkokul itibarı ile almaya başladığım bale eğitimim ilerleyen senelerde konservatuvarda tiyatro eğitimim ile devam etti. Şehir tiyatrolarındaki küçük kız kardeşim Nilüfer Koçyiğit, Metin Erksan tarafından sinema adına benden daha önce keşfedildi. Bir gün kardeşimi sete ziyarete gittiğimizde de değerli hocam Metin Erksan ile tanıştık. Susuz Yaz filmi için oyuncu arıyordu ve çeşitli denemelerden sonra oyuncu olarak bende karar kıldı. Ve böylece ilk filmime 15 yaşında başlamış oldum. Hayatın ne zaman, ne şekilde size kapı açacağı belli olmuyor.
Kaç film çevirdiğinizi bir çırpıda söyleyebilir misiniz?
200’e yakın.
Eskiden zordu değil mi bu sektörde çalışmak? Yani film çekimleri sırasındaki çilelerden bahsediyorum. Mesela hiç sakatlandınız mı? Donma derecesinde üşüme, bayılma derecesinde sıcaklık… yaşadınız mı?
Günümüz ile kıyasladığımızda aradaki fark gerçekten çok fazla ve ciddi anlamda bir fedakârlık ve zorluktan bahsedebilirim. Ama bütün zorluklar bir yana her set, her seyirci ile buluşma başka bir tat. Setlerde atlattığım tehlikelerden, bazılarından kalan izlerden bahsetmek de mümkün… Donma derecesinde diye sorunca siz, mesela hemen aklıma “Derman” geldi. Ağrı Dağı’ndayız. Sisten göz gözü görmüyor. Donmuş Fırat Nehri üzerinde buzların kırılma anını yaşadık. İnsan şimdi düşününce bile içi ürperiyor doğrusu. Yüzme bilmememe rağmen bir yük gemisinden denize atlayıp boğulma tehlikesi de atlattım… Rabia Hatun filminin setindeyken çekim yaptığımız zindanı aydınlatmak için kullanılan lambanın ultraviyole ışınlarına farkında olmadan maruz kaldığım için kör olma tehlikesi de atlattım. Böyle sayısızca anım var sanırım. Sosyal güvenliğimizin olmadığı yıllarda bu ve buna benzer birçok kaza neticesinde, örgütlenip sosyal güvenlik şemsiyesinde sanatçıların toplanmasını sağladık.
Eski filmlerinizi seyrediyorsunuz… Farklı bir duygu olmalı… Bugünkü yönetmenler, oyuncular, platolar, çekimler… İzlerken iç geçiriyor musunuz? Özeniyor musunuz?
Hem de nasıl iç geçiriyorum, özeniyorum… İftihar ediyorum aslında bu noktaya gelinmesinden ötürü. Sinemanın profesyonel anlamda ele alınmasından çok memnunum. Teknolojiden yararlanma imkânları bugün çok daha fazla, devletin yardımı keza öyle. Daha kolay ve güçlü sponsor destekleri alınabiliyor. Bütün bunlar ümit veriyor insana.
Hangi filmleri, dizileri, oyuncuları beğeniyorsunuz? İnsanlar isim okumaktan hoşlanır, birkaç isim verseniz…
Diriliş Ertuğrul’un iyi bir takipçisiyim. Engin Altan Düzyatan gerçekten çok iyi bir oyuncu, eğitimli ve bu konuda hâlâ kendisini aşmayı hedef edinmiş bir aktör. Muazzam bir ses tonu var. İsim vermekten pek hoşlanmıyorum çünkü röportaj esnasında aklıma gelmeyen, unuttuğum isimler oluyor. Genel olarak işine âşık ve işinin gerektiği gibi davranan, “Ben oldum” tavrından uzak, kendisi ile yarış içinde olan oyuncuları gıpta ile izliyorum. Günümüz oyuncuları arasında da örneklerini görüyoruz, kendini ispat etmişleri zaten hepimiz biliyoruz. Mert Fırat ve Kenan İmirzalıoğlu’nu söyleyebilirim. Kıvanç Tatlıtuğ çok büyük bir aşama kaydetti oyunculuk anlamında, takdir ediyorum. Halit Ergenç çok olgun bir oyuncu oldu. Mesleğini ciddiye alıp, çok çalışan bir Çağatay Ulusoy örneği var. Büyük ustaların yanında çalışan oyuncular, kendilerine çok fazla şey katıyorlar. Doğru seçimler yaptıkları sürece de her geçen gün daha da güçlenecek oyunculukları. Babasını da tanıyorum, Bergüzar Korel ve ailesinin sanata gösterdikleri saygı ve çabadan dolayı takdir ediyorum, ileriye dönük de ümitlerim var kendisi ile ilgili. Özgü Namal, Serenay Sarıkaya yine aklıma ilk gelenlerden. Ancak keşfedilmeyi bekleyen birçok oyuncunun da olduğunu görüyorum.
Ve insanların en çok merak ettiği soru; torununuzun çocuğunu görmenizi sağlayan sır nedir? Nasıl bu kadar güzel, formda ve zinde kalabiliyorsunuz? Maşallah diyerek sormuş olayım tabii.
Teşekkür ederim. Erken doğum yaptım, hatta sevgili kızım Gülşah benden de erken yaşta doğum yaptı ve böylece nine olma şansım oldu. İnsanlar soruyor bana pozitiflik nasıl oluyor diye. İnsanın hayata nasıl baktığı çok önemli. Ben güzel bakmayı tercih edenlerdenim ve her zaman umut ederim. Sporu hayatımın merkezine koyamadım belki ama torunlarım bu bağlamda beni mutlu ediyor. Ben de elimden geldiğince yürümeye, sağlıklı beslenmeye dikkat ediyorum.
Torunlarınızla reklam filmi çekme gibi bir fikriniz var mı?
Bunu daha önceden Aslışah ile tecrübe ettik. Çok da güzel bir anı oldu bizim için. Ancak her ne kadar bir reklam filmi seti de olsa ne kadar yorucu ve fedakârlık isteyen bir meslek olduğunu anladı. Onların tercihleri daha çok spor dalında oldu.
En son ne için ağladınız?
Terör sebebi ile kaybettiğimiz canlarımızın hepsi içimi ayrı ayrı acıtıyor, canımı yakıyor. Ancak son zamanlarda gördüğüm Suriye’deki iç savaşta henüz bezi üzerinde ve canına kıyılmış olan 1-1,5 yaşlarında bir bebek fotoğrafı beni ciddi anlamda sarstı, ağlattı. Şu an konuşurken bile kötü oluyorum. Bu vahşetin bir son bulmasını diliyorum bütün kalbimle.
Ölümden sonrası için ne düşünüyorsunuz?
… (Cevap vermedi)
Gelin-Düğün-Diyet üçlemesi hayatımın dönüm noktasıdır
“Bütün filmler çocuklarım gibidir” demeseniz de, bir “Hülya Koçyiğit başyapıtı” seçmenizi istesem bütün filmleriniz arasından… “Bir numara” diye seçmek gerekirse?
Bütün filmlerim benim çocuklarım gibidir diyen biriyim ben. Hülya Koçyiğit başyapıtı denince akla hemen “Susuz Yaz” geliyor. 15 yaşında sinema hayatına giriş yapan genç bir sinema oyuncusu için muhteşem bir başlangıç. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanarak Türkiye’ye ilk uluslararası başarı getiren büyük bir film.
Gelin-Düğün-Diyet üçlemesini da sayacağım hemen devamında. Olgunluk döneminde yaptığım bu üçleme hayatımın önemli bir dönüm noktası.
Bana uluslararası ödül kazandıran “Kurbağalar” filminden de söz etmeliyim. Siz tek bir film sordunuz ancak gerçekten ayırmak çok zor. Vurun Kahpeye, Kınalı Yapıncak, Zeyno, Gökçe Çiçek, Almanya Acı Vatan, Derman, Firar, Dikenli Yol, Bez Bebek, Karılar Koğuşu da yine aklıma ilk gelenlerden.
Sanata hak edilen değer veriliyor mu?
Olumsuzluk yaşadığımız dönemlerde ilk ihmal ettiğimiz şey sanat, kültürel etkinlikler. Aslında Türk insanı, sanata ve sanatçısına son derece saygılı ve değer veriyor. Ancak kültürümüzde sanat kültürü ön planda değil maalesef. Bu bağlamda kendimizi çok da iyi yetiştirmiş olmadığımızı görüyorum. Ebeveynlerin bu duyguyu çocuklarına aşılamaları gerektiği kanaatindeyim. Çünkü sanat, kişinin hem zihnine, hem de ruhuna hitap etmeyi başarabilen bir güçte olgu. Dünyasını genişletmek, zenginleştirmek, ufuklarını açmak için çocukların mutlaka küçük yaşlarında sanat ile tanıştırılmaları lazım. Sevgiyi, özeni, değeri, empati olgusunu insana hissettiriyor. Hepimizin sanatla iç içe olmaya ihtiyacı var her zaman.
Sizi yeni sinema filmlerinde veya dizilerde görebilecek miyiz?
Beni heyecanlandıran, beni inandıran güçlü bir proje gelirse elbette göreceksiniz.
Arkadaşlarım canımı yakarak bir bir gidiyor
Yeşilçam’dan kıymetli isimler bir bir gidiyor bu arada… Mesela Halit Akçatepe ile en son ne zaman görüşmüştünüz? Sanatçılar içinde “içinizi en çok yakan” ölüm hangisiydi?
Evet Yeşilçam her geçen gün değerlerini kaybetmekte. Değerli arkadaşım Halit Akçatepe’nin hastalığı sırasında kızı ile irtibat kurdum. Çünkü kendisi, her zaman onu iyi hâli ile görmemizi tercih ediyordu. Her biri birbirinden değerli, birbirinden saygıdeğer ve benim can arkadaşlarım olduğu için benim canımı yakarak gidiyorlar.