Dekanlık özel izniyle gezilebilen sergi salonundaki benzeri olmayan objelerin, entografik malzemelerin değerini hocamızdan dinlerken, halkbilim (folklor) açısından merak edilen konu başlıklarını da kendisine sorduk. Mimari açıdan kentin merkezinde yükselen DTCF’ni, Ankara’nın parklarını, heykellerini, sokak adlarını ve kentsel belleğe katkı sunan değerlerini, Serpil Aygün Cengiz ile konuştuk.
-Halkbilimin sosyal ve beşeri bilimlerle ilişkili olması, bir kavşakta bulunmasından hareketle olmalı ki, sizin de farklı disiplinlerden diplomalarınız var. Sizi halkbilime çeken unsurları, akademik hayatınızdaki aşamaları merak ediyorum...
ODTÜ Felsefe Bölümü’nde lisans öğrencisiyken folklora psikanalitik açıdan bakan Prof. Dr. Seyfi Karabaş’la tanışmıştım. Onunla yaptığımız birkaç kısa sohbet, halkbilim alanında yol alabileceğim fikrini bana vermişti. Böylece Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Halkbilim Bölümü’ne girdim. Burada 1994-1998 arasında çalıştıktan sonra, Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçtim. Dört yıl önce yuvaya geri döndüm. İyi ki dönmüşüm. Şimdi farklı alanlarda yaptığım çalışmaları nihayet folklor alanında bir araya getirebildiğimi hissediyorum, çünkü bu alan gerçekten de disiplinlerarası, sizin dediğiniz gibi kavşakta olan bir bilim dalı.
İnsan doğa ile mücadele eder, zayıflıklarını ve karşılaştığı güçlükleri ortadan kaldırmaya çalışırken, kültürünü de meydana getiriyor. Bağımsız bilimsel bir disiplin olarak 19. yy başında gelişen halkbilimin konusuna giren kültür ürünleri nelerdir?
FOLKLORUN PROTESTOSU SUİKASTE UĞRAMIŞ
-Burada sözü edilen, bilimin adını ve kaynağını aldığı “halk” ile sınıfsal açıdan bir sosyal grup mu, kültürel açıdan bir tavır ve davranış bütünü mü kastedilmektedir? Kadın, bu kültürün içinde ne kadar yer almıştır?
Folklor sözcüğündeki “folk”, sadece “halk”ı değil, örneğin meslek gruplarını, alt kültür gruplarını, tek bir kişiyi bile gösterebiliyor artık. Sadece grupların veya halkların kültürü de değil, bir kişinin yarattığı kendine özgü kültürün bile halkbilim alanında yeri var, “solo folklor” adıyla. Kadın ise, kültürün yaratıcılarından olarak her zaman vardı elbette; fakat halkbilim çalışmaları alanında kadın bakış açısını görebilmek, dünyada ancak 1970’lerde ikinci dalga feminizmin etkisiyle başlayabilen bir süreçte gelişebildi. Kadınların yaşamlarının ve iletişim biçimlerinin her boyutuyla belgelenmesi, feminist halkbilimsel çalışmaların birincil amacıdır. Fakat bu alanda ülkemizde, henüz yolun başında olduğumuzu düşünüyorum.
FOLKLORUN PROTESTOSU SUİKASTE UĞRAMIŞ
-Burada sözü edilen, bilimin adını ve kaynağını aldığı “halk” ile sınıfsal açıdan bir sosyal grup mu, kültürel açıdan bir tavır ve davranış bütünü mü kastedilmektedir? Kadın, bu kültürün içinde ne kadar yer almıştır?
Folklor sözcüğü, günümüzde daha çok “halk oyunları” anlamında kullanılıyor ne yazık ki. Şükrü Günbulut, 1950’lerden itibaren ortaya çıkan anlam kaymasının arkasında, Türkiye’de özellikle bankaların halk oyunlarına ilgisi ve desteği olduğunu söylüyor. Bunun nedeninin de halk danslarının, algılanan şekliyle tabii, toplumsal eleştiri getirmemesi olduğunu ekliyor. Yani bu anlam kayması bence de bir sözcüğün anlamının bilinmemesi meselesi değil. Kökleri daha derinde olan bir mesele bu. William Bascom’un bilinen bir makalesi vardır, “Folklorun Dört İşlevi” diye; önemli bir halkbilim uzmanı olan Prof. Dr. İlhan Başgöz de yanıt olarak, folklorun beşinci işlevinin protesto olduğunu ileri süren bir yazı yazmıştır. Bence bu anlam kaymasının asıl nedeni, uzun yıllara dayanan siyasal bir söylem mücadelesinin sonucunda folklorun protesto eden içeriğinin ne yazık ki sessizlik suikastına uğramış olması, diye düşünüyorum.