Gülay GÖKTÜRK yazdı…
Sivil-asker ilişkilerinde yeni bir aşama
Nisan 2009 tarihli "Eylem Planı"nın ortaya çıkmasıyla birlikte sivil-asker ilişkilerinde yeni bir aşamaya gelmiş gibi görünüyoruz.
Hepimizin bildiği gibi, Genelkurmay kaynaklı bu tür eylem planlarıyla ya da andıçlarla ilk defa karşılaşmıyoruz.
Sonuncusu kadar korkuncuna pek sık rastlamasak da, Ergenekon iddianameleri bu tip iç savaş ve darbe senaryoları; kaos, komplo, suikast ve provokasyon planları içeren belgelerle dolu.
Aslında zaman zaman yaşadığımız darbeler, su üstüne çıkan darbe teşebbüsleri ya da planlar on yıllardır sürüp gitmekte olan kronik bir hastalığın akut evrelerinden başka bir şey değil. Bu kronik hastalığın adı askeri vesayet rejimi. Zaman zaman ortaya çıkan darbeler, darbe teşebbüsleri ya da komplo planları ise askerlerin bu vesayet rejiminin tehlikeye girdiğini düşündükleri dönemlerde yaptıkları karşı ataklar... Eğer askeri vesayet rejimi itirazsız sürse, yani hükümet ve Meclis siyaset üzerindeki bu apoletli tahakkümü kayıtsız şartsız kabul etse, bu atakları da yapmayacaklar; zaten yapmaktan da hoşlanmıyorlar.
Ama ne yazık ki "mecbur kalıyorlar!"
Çünkü sivil toplum ve siyaset -AB'nin de kışkırtmasıyla- gün geçtikçe daha "itaatsiz" hale geliyor!
Özetle söylemek istediğim şu ki, bugün karşımızda olan "İrticayla Mücadele Planı" münferit bir hadise olmayıp sistemli, kurumsallaşmış bir zihniyetin son hezeyanlarından biri.
Şimdiye kadar ordu içinde tezgahlanan bu tip darbe-komplo planları karşısında siyasetin ve toplumun talebi hep "Genelkurmay'ın gereğini yapması ve içindeki suçluları ortaya çıkarıp temizlemesi" oldu. Bu talebi genellikle "Ordumuzun gereğini yapacağına inancımız tamdır" klişesi takip etti.
Bu itikatla geldiğimiz nokta ortada: Genelkurmay gereğini yapmadı. Yapmadığı, daha iki ay önce hazırlanan bu eylem planından belli. Bu eylem planının altında imzası olan kişinin, bundan daha önce de bir başka andıç hazırladığı halde hâlâ görevde oluşundan belli. Şemdinli Davası sonuçlarından belli. Yeraltından çıkarılan ordu malı silahlarla ilgili inkâr açıklamalarından belli. JİTEM'in hâlâ inkâr edilmeye çalışılmasından belli. Ve daha nice olayda çoktan deşifre olmuş faillerin kışlalarında oturmalarından belli.
Dolayısıyla bugün geldiğimiz aşamada artık Genelkurmay'ın ya da askeri yargının ne yapacağı değil, siyasetin ve sivil yargının ne yapacağı önemli.
Bu olayın çapı "Genelkurmay'ın gereğini yapacağına inancımız tamdır" klişesini tekrarlayarak, askeri savcılığın kendi başına yürüteceği bir soruşturmaya bel bağlayarak geçiştirilemeyecek kadar ağır.
Ben Başbakan'ın Grup'ta yaptığı konuşmayı bu yeni aşamanın idrakinin bir işareti olarak görüyorum.
Başbakan'ın "Partimize yönelik bu iddialarla ilgili suç duyurusunu yapıyoruz. Ve bu suç duyurusunun ardından tabii ki parti olarak bunun takipçisi olacağız. Bunu ortada bırakamayız. (...) Diğer partiler net bir duruş sergilemese de tek başına da kalsa demokrasiyi savunmak AK Parti'nin vazifesidir ve AK Parti bu vazifesini bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da en küçük bir ricat sergilemeden ifa edecektir" sözleri yeni bir durumu ifade ediyor.
Siyasi iktidar varlığına kasteden bu teşebbüsü açığa çıkarmazsa kendi kuyusunu kazmış olacağını; askeri vesayet rejimiyle uzlaşmanın sonu olmadığını; ordu yönetiminin bu vesayet rejimini gönüllü biçimde sonlandırmayacağını; tek çarenin sivil iktidarın bunu ona zorlaması olduğunu görmüş olmalı.
İşte yazının başında sözünü ettiğim yeni aşama da bu...
Siyasetin iktidar alanına sahip çıkarak ve halkı arkasına alarak demokrasiye karşı kurulan komployla hesaplaşması.
Bunun için neler yapılabilir?
AK Parti'nin suç duyurusunda bulunması elbette olumlu ama böyle bir olay karşısında sadece hukuki süreci başlatmakla yetinilemez. Hükümetin, elindeki bütün yetkileri ve demokratik araçları kullanarak ordu üzerinde sıkı bir siyasi denetleme yapması; Meclis'in bir komisyon kurarak araştırma- inceleme başlatması ilk elde akla gelenler... Tabii, soruşturma sürerken sorumlularla ilgili alınacak idari tedbirleri de hemen eklemek gerek.
Unutmayalım, bütün bu olup bitenler sonuçta askerlerle siviller arasında bir siyasi iktidar kavgasıdır ve sonuç da siyaset alanında alınacaktır.