ANKARA / Ankara Hürriyet’in mayıs ayı konuğu, Ayvalıklı bir mübadil olmasına rağmen Ankara’ya demir atmış ve bu kentin edebi(ha)yatına emek veren bir isim, Aysun Kara.
Art arda gelen pek çok ödülün ardından 2010’da Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda birinciliğe değer görülen “Panovaroş” adlı dosyası, Ava Yayınları tarafından kitaplaştırıldı. Ayizi Kitap tarafından basılan ikinci öykü kitabı “Kıymık” ise Ocak 2014’de raflardaki yerini aldı. İsmini “Kıymık” adlı öyküsünden alan kitapta üzerimize yapışıp kalan hayatın yüklerini, bir mızrak gibi yüreklerimize saplanan, çıkartmaya çabaladıkça derine ilerleyen ya da etimizi kanatan gerçekleri, küçük kızların başına gelen ve “masal” olmasını dilediğimiz hikâyeleri, ölümü, aşkı ve Bilge Karasu’ya güzelleme niteliğinde edebiyatın kedilerini okuyacaksınız. Şiirin ve öykünün sır kapısını aralayarak, yazarın ve edebiyatın büyülü dünyasına okurlarımız için konuk olduk.
- Fizyoterapist olarak çalışıyorsunuz, başta Orhan Kemal olmak üzere çok sayıda ödülü almış bir öykü yazarısınız. Edebiyatı, bir yaşam tarzı olarak hayatın içinde sürdürebilmenin güzelliklerinden ve güçlüklerinden bahseder misiniz?
- Edebiyat, hayatımda neredeyse 6-7 yaşından beri var. Edebiyatla yazma anlamındaki ilişkim ise 12 yaşındayken, Milliyet Çocuk Dergisi’nin düzenlediği bir yarışmayla başladı. “Zeytin Çocuğunun Öyküsü” adlı öyküm birincilik ödülü aldı. (İki Ayvalıklı olarak gülüyoruz...) Bu ödül beni çok güdüledi. Zamanla eğitim, evlilik, çocuk derken hayatın rutin giden düzeni başka yerlere evrildi. Okumaya devam etsem de edebiyatla sınırlı bir ilişki kurdum. Umag Vakfı’nın yazma seminerlerine katılmak beni çok motive etti. Okumalarım daha bilinçli bir sürece dönüştü. Düzenli yazmaya başladım. Orada tanıştığım, benim gibi okumayı, yazmayı hayatının merkezine alan arkadaşlarımla “Perşembe Grubu”nu kurduk. Sonra düzenli öykü yazma ve dergiler süreci, ardından birinci kitap ve ikinci kitap geldi.
“ÇOCUKLUK YAZARIN HAZİNE SANDIĞI...’
- Mübadil torunusunuz; Türkçe öğretmenlerinin olduğu bir ailede, iğde kokularının sarmaladığı, zeytini ve deli poyrazıyla meşhur bir Ege kasabasında büyüdünüz… Bu imgelerin edebiyatınızdaki izdüşümü nedir?
- Edebiyatın günlük konuşmalarımızın içinde yer aldığı bir evde büyümek, annem ve babamın okumalarımı yönlendirmesi, başka çocuklara göre edebiyata daha yakın hissetmemi sağlamıştır. Ayvalık’la ilişkime gelince, üçüncü kuşak mübadilim, sizin de olduğunuz gibi. Büyük babalar, büyük anneler tarafından anlatılan göç hikâyeleriyle büyüdüm. Bir öyküm, Lozan Mübadilleri Vakfı tarafından basılmaya değer görüldü. Rum arkadaşları, karşı adanın portakal bahçeleri, iğde kokuları, rüzgârı, aşkları ve bir gecede her şeyi bırakıp karşı kıyıya geçmeleri... Bu öyküleri yazmak gerekir diye düşündüm. Bunu siz de çok iyi bilirsiniz, o insanlar yaşamları boyunca, karşı tarafa dönebilecekleri umuduyla yaşadılar. Ölünceye kadar oraya dönme umudunun birinci elden tanığıyım. Karşı kıyıya hiç gidemeden ölüp gitmeleri, son bir bakış bakamamaları ne kadar büyük bir acıdır! Üstelik de o karşı kıyı, bir saatlik deniz yolculuğuyla ulaşabilecek bir yer ise... Sadece bizim coğrafyamızla da ilgili değil; bütün dünya halklarının, insanlığın ortak acısı: Sürgün! Ayvalık’ta yaşamayı da bir şans olarak görüyorum. İyi ki çocukluğum ve ilk gençliğim büyük şehirde geçmemiş. İki kültürlülüğün olduğu bir yerde, o mekânlarda, o dünya görüşü ile büyümenin çok zenginleştirici olduğunu düşünüyorum. Murathan Mungan’ın bir sözü benim çok hoşuma gider: “Çocukluk, yazarın hazine sandığıdır” der. Gerçekten de öyle...
ŞİİRE ÂŞIK ÖYKÜCÜYÜM
-Buket Uzuner “Şiirin kız kardeşi öykü” diyor, siz “Öykü şiire âşıktır” diyorsunuz. Şiire âşık hikâyelerin yer aldığı “Kıymık” nasıl ortaya çıktı?
- Şiir edebi türler arasında en kadim türdür. Öyküyle de şiirin yakın ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Şiir okumayı, şiirden beslenmeyi seviyorum. Belki öykülerimde de izdüşümü vardır. Şiire âşık öykücüyüm diyelim. (Gülüyoruz…) Şiir yayınlamak çok zor, şiir kitaplarını basmak, satmak çok zor olmasına rağmen şiir direniyor. Direnmeli de... Öyküyle şiirin benzer yönleri olduğu kadar farklı özellikleri de var. Aşk da öyle değil mi? Benzerlikler ve farklılıklar arasında gidip gelen bir sarkaç aslında. Belki böyle konumlanabilir.
-Aslında… Hayatın içinden konulara değiniyor, ayrıntıları öyküye dönüştürüyorsunuz. Bakmasını bilene gerçekler de bedava! “Kıymık”ı yazarak yüklerinizden kurtulabildiğinizi düşünüyor musunuz; kitabı bitirdiğinde okurunuz ne yapacak peki?
- Kurtuluyor muyum, bilmiyorum. Daha doğrusu kurtulmayı ister miyim? (Gülüyor...) Ama sanırım yükleri paylaşıyorum. Belki bir kısmından da kurtuluyorumdur. “Aslında” öyküsüne gelirsek, ayrıntılar insan yaşamında çok önemli. Çünkü büyük, kaba olaylar, gündelik yaşadığımız şeyler, hepimizin gördükleri, yorum yaptıklarımız zaten çok ortada. Ama küçük ayrıntıların hayatımızı çok belirleyici şekilde değiştirdiğine, başka bir yola soktuğuna ve bizi biz yaptığına inanıyorum. Öykü, türü gereği de ayrıntıların peşinde zaten. “Kıymık”ta okuyucumun aklında şöyle bir şey kalsın isterim; çok büyük bir travmaya, yaralanmaya sebep olmayan, herkesin çok da dikkatini çekmeyecek küçük bir kıymık, eline ve yüreğine battığında küçücük bir sızı, bir dokunuş, bir batma hissi kalır. Eğer kitabı bitirdiğinde okuyucumda böyle bir duygu kalırsa ve bunu anımsarsa, benim için kitap misyonunu yerine getirmiştir.
YASA KOYUCULAR İYİ NİYETLİ DEĞİL
- Kız çocukların uykusunu kâbusa çeviren “masalın adamları”nın sadece kılık değiştirdiği ülkemizde tacizin, çocuk gelinlerin ve töre cinayetlerinin yarattığı kanamaları durdurabilmek için ne yapılabilir?
- Çok şey yapılabilir, ama yapılanların gerçekten yüreklice, gerçek ve samimi niyetlerle yapılması gerekir. Bu yapılıyor mu, açıkçası çok emin değilim. Yasa koyucuların evlenme yaşını düşüren yasalarla, kadına şiddeti göstermelik öne çıkarıp arkasından kadının toplumsal hayattaki yerini kısıtlayan, ikinci sınıf gören bakış açısıyla, töre cinayetlerinin aslında toplumsal kabul görmesi için atılan adımlarla samimi ve iyi niyetli olduğunu düşünmüyorum. Edebiyatçılar olarak bunu yazarak görünür kılmaya çalışarak, itirazımızı yazıyla dile getirmeye çalışabiliriz. Bir şekilde daha iyiye ve güzele evrilecek diye düşünüyor, umudumu hiçbir zaman yitirmiyorum.
- “Üstelik kediler insanlardan farklı olarak sahiplenmeden seviyorlarmış.” diyorsunuz... Aşkın maraz tarafıyla işlenen kadın cinayetleri önlenemezken, insanoğlunun edebiyata da yakışan kedilerden öğrenecekleri olduğunu düşünüyor musunuz?
- Evet, kesinlikle düşünüyorum. “Kediler sahiplenmeden seviyorlarmış” diye bir cümle okumuştum, beni çok etkiledi. Sahiplenmenin çok marazi bir tarafı var. Neden toplum olarak çok sahipleniciyiz; eşimizi, çocuklarımızı hatta arkadaşlarımızı bile sahipleniriz? Genel toplumsal yapımızdaki bu eğilim beni de rahatsız ediyor. Erkek fiziksel gücü olduğu ve daha serbest yaşayabildiği için kadının üzerinde tahakküm kurabiliyor. Ama kadınların aynı şekilde kocalarını, birlikte oldukları erkekleri sahiplenerek daha pasif bir şiddet uyguladıklarını, o adamları tutsak ettiklerini de görüyoruz. Bunun önemli olduğunu ve toplumsal, sosyal birtakım sorunlara sebep olduğunu düşünüyorum.
FANZİN EDEBİYATIN SOKAK ARASI
-2005’ten beri birikimlerinizi paylaştığınız “Perşembe Grubu”nuzdan söz eder misiniz?
- Umag’da, yazma yolculuğuna birlikte başlayanların oluşturduğu, Ankara’da bilinen bir okuma yazma grubuyuz. Ürünlerimizi “Theleme Tekkesi” adındaki blog sayfasında yayınlıyoruz. Bu konuda sevgili Senem Dere’nin verdiği emeği vurgulamak isterim.
-Edebiyatın sokaklarında dolaşıyor, ara sıra Parşömen Fanzin’de yazıyorsunuz. Fanzin okurunu nasıl değerlendiriyorsunuz; okur, iyi metnin peşine düşer ve nerede olsa onu arar, bulur mu?
- Evet, bence buluyor. Çünkü edebiyat piyasasının içinde olmadan da iyi metin yazılabileceğini ve bunun okura ulaşabileceğini göstermesi açısından fanzinlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Tanınmışlığın bir ölçü kabul edilmediği, edebiyatın sokak arası diyelim... “Parşömen” ise Onur Çalı arkadaşımızın emek verdiği, kaliteli şiirin ve öykünün yer bulabildiği, internette yayınlanan bir fanzin. Çok fazla izleyeni var.
Son söz, Ankara’nın edebiyat açısından çok verimli olduğunu düşünüyorum. Ankara’da okuyan ve yazan çok güzel insanlar olduğunu ve Ankara’yı edebiyatla sevdiğimi eklemek istiyorum. ANKARA /