BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ABD ve Meksika’ya yaptığı geziyi tamamlayıp geçen cuma günü öğle saatlerinde Esenboğa Havaalanı’na ayak bastığında şöyle bir soruyla karşılaştı:
“ABD Başkanı Obama ile görüşmeniz sırasında Sayın Dışişleri Bakanımız görüşmeye katılmadı. Bu konuda bizi aydınlatır mısınız?”
Erdoğan, soruya oldukça soğukkanlı bir üslup içinde şu yanıtı verdi:
“Dışişleri bakanları bu tür ikili görüşmelere illa katılır diye bir şey söz konusu değil. Fakat karşılıklı olarak böyle bir teyitleşme olunca ısrar etmenin zaten anlamı olmaz. Biz de görüşmeyi baş başa yapmak durumunda olduk. Ve tabii, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı katılmadı da ABD Dışişleri Bakanı katıldı mı? Hayır, o da katılmadı. Ve biz Sayın Obama ile bunu baş başa olarak ikili gerçekleştirmiş olduk. Olayın aslı budur.”
12 SAAT ÖNCE GELEN ÖNERİ
Görüldüğü gibi Başbakan Erdoğan’ın durumdan bir şikâyeti yok. Aksine memnun gibi. Bu sözlerine bakarsanız, ortada bir mesele olduğunu düşünebilmeniz için hiçbir neden gözükmüyor.
Peki o zaman geçen hafta günlerce Türk basınını ve kamuoyunu meşgul eden Büyükelçi Nabi Şensoy’un istifasıyla ilgili tartışmalar ve suçlamalar nereden kaynaklandı?
Üstelik bu süreç içinde Büyükelçi Şensoy, gazetelerde ağır eleştirilerin hedefi oldu, bu arada CHP’den politikaya atılmak istediği için bilinçli bir şekilde olaylı bir istifa yolunu seçtiği suçlaması bile yapıldı.
Şimdi olaylı günün bir gün öncesinin gecesine dönelim. Erdoğan, akşam saatlerinde Washington’a varır ve yerleştiği Willard otelinde heyet üyeleriyle birlikte ertesi gün yapacağı Beyaz Saray görüşmesinin hazırlık toplantısını gerçekleştirir.
Erdoğan’ın Washington’a gelişinden önce kesinleşmiş olan programda Başkan Obama ile Başbakan Erdoğan’ın baş başa bir görüşme yapacakları zaten kararlaştırılmıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun katılması hesapta yoktur. Ancak pazar gecesi yapılan bu toplantının sonunda, Erdoğan’ın Davutoğlu’nun da baş başa görüşmeye katılmasına sıcak baktığı yolunda bir ifadesi olur.
Buradaki kritik bir nokta, Davutoğlu’nun dahil edilmesi önerisinin pazar gecesi 22.00 sularında, yani görüşmenin yapılmasına neredeyse 12 saat varken ortaya çıkmış olmasıdır.
BÜYÜKELÇİNİN ÖNÜNDEKİ İKİ SEÇENEK
Erdoğan, ertesi gün saat 11.25’te Beyaz Saray’dan içeri girer. Heyetler halinde yapılan görüşme bittikten sonra bütün heyet üyeleri Oval Ofis’ten dışarı çıkar. Bu noktada ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da dışarı çıkar. Clinton’un ayrılışı, dışişleri bakanlarının görüşmede olmayacağı, yani toplantının başlangıçta planlandığı formatta geçeceği anlamına gelmektedir. Bu noktada Başbakan’ın Davutoğlu’nun da görüşmeye dahil olması için Obama’ya bir telkini olmaz.
Beyaz Saray’ın kapısından içeri baş başa görüşmede düşüncesiyle girmiş olan Davutoğlu da dışarı çıkmak durumunda kalır. Ve, herkesin ortasında Şensoy’a tepkili bir üslup içinde kendi durumunun Beyaz Saray’a aktarılıp aktarılmadığını sorar.
Anlaşılıyor ki, Davutoğlu’nun kendisine herkesin ortasında çıkışması karşısında Büyükelçi Şensoy’un iki seçeneği vardı. Ya herkesin ortasında bunu sineye çekip, hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı. Ya da gururunu korumak için bakana alttan almayan, ama kendisine istifa yolunu da açan bir yanıt verecekti. Büyükelçinin ikinci seçeneği tercih ettiği ve ortaya çıkan durumun sorumluluğunu da üstlendiği anlaşılıyor.
OBAMA VE ERDOĞAN’IN BİR ŞİKÂYETİ YOK
Ancak kuşkusuz hâlâ yanıtlanmamış sorular var. Bazı gazetelere yansıyan, Büyükelçinin talimatı Beyaz Saray’a iletmediğidir. Gerçekten bir talimat verilmiş midir? Büyükelçi, pazar gecesi Başbakan’ın sözlerini kesin bir talimat gibi okumamış ve Davutoğlu’nun katılımını Başbakan’ın bizzat kendisinin üstleneceğini düşünmüş olabilir. Ayrıca büyükelçi ağırlığını koymuş olsa da Amerikan tarafı son dakikada gelen bu değişikliği kabul etmemiş olabilir.
Her halükârda, son dakikada ortaya atılan bir önerinin yol açtığı bir karambolün yaşandığı anlaşılıyor. Tabii, bu tür gezilerde böyle son dakikada gelen değişiklik taleplerinin ne ölçüde makul olduğu sorusu da yöneltilebilir.