Bir zamanlar televizyonlar evin başköşesindeydi. Şimdi her açışta suratımıza bir tokat gibi çarpıyor. Yalanın, yağcılığın, dalkavukluğun HD versiyonunu izliyoruz artık.
Tarafsız haber? O eski Türkiye’de kaldı. Bugünün ekranları bir savaş meydanı: Biri “yangın yok, o duman doğalgazın kokusu” diyor, öteki “devlet yok, her şey yandı” diye bağırıyor. Gerçek nerede? Ortada. Ama üstü küllükle örtülmüş.
Gazeteler desen… Bir kısmı iktidarın WhatsApp grubundan çıkmamış, öbürleri muhalefetin ofisinden çıkamıyor. Arada kalan ne varsa, tirajı bitmiş, itibarı erimiş.
Filmler? Diziler? Ayak oyunlarını sanat, entrikayı erdem sayıyorlar. Ahlâksızlığı senaryo diye kakalıyorlar. Evine huzur getirmesi gereken kutudan, ev halkını birbirine düşüren zehir akıyor.
Sonra yangın çıkıyor mesela. Ormanlarımız yanıyor. Ağaçlar değil sadece; umut da yanıyor, gelecek de. Ama ekranlarda kavga: “Uçak nerede?” “Senin zamanında hiç yoktu!” “O işin aslı öyle değil!”
Birisi diyor ki “ormanlarımız yandı.”
Öteki diyor ki “sen daha çok yaktın.”
Kimse su getirmiyor. Kimse eline bir kürek almıyor. Derdimiz yangın değil; yangını kimin çıkarıp, kimin söndürmediği. Herkes pozisyon almış, millet de enkazın önünde “siz ne yapıyorsunuz?” diye bakıyor.
Deprem olsa aynı hikâye. Önce bina çöküyor, sonra akıl. Herkes kendi cephesinden çığlık atıyor, ama bir kişi bile sağlam kolonun peşinde değil. Siyaset, afeti bile fırsata çeviriyor.
İşte bu yüzden televizyonu kapattım. Gazeteyi bıraktım. Sosyal medyada sadece yangının dumanı değil, milletin aklı da uçuşuyor. Artık haberi değil, huzuru arıyorum. Ve hiçbir kanalda yayınlanmıyor.