İbn Haldun, 14. yüzyılda yazdığı Mukaddime’siyle, devletlerin yükselişi ve çöküşü üzerine derin bir sosyolojik analiz sunmuştu. Bugün, onun bu öngörüleri, modern devletlerin karşı karşıya olduğu krizlerle ne denli örtüşüyor? “Vergiler çoğaldığında devlet sona yaklaşır” diyen İbn Haldun, aslında sadece mali bir krizden değil, toplumun ve devletin genel çöküşünden söz ediyordu.
Günümüzde devletler, ekonomik krizlerle boğuşurken, vatandaşlarından daha fazla vergi talep eder hale geldiler. Ancak, vergi yükünün artması, toplumun refahını sağlamak yerine, İbn Haldun’un işaret ettiği gibi, devletin çöküşüne giden yolu hızlandırıyor. Çünkü vergilerin ağırlaştığı her dönemde, ekonomik sıkıntılarla boğuşan halk, devlete olan güvenini yitirir ve sosyal huzursuzluklar artar. Bu, devletin temel direklerini zayıflatır ve sonunda çöküşü getirir.
İbn Haldun’un tanımladığı çöküş süreci, yalnızca vergilerle sınırlı değil. O, devletlerin zayıfladığı dönemlerde, toplumun her kademesinde bir yozlaşmanın başladığını belirtir. Riyakarlar, iddiacılar, cahil yazarlar, şarlatanlar, ve bilgiçlik taslayanlar çoğalır. Bugün, bilgi kirliliği ve popülist söylemlerin hüküm sürdüğü bir dünyada, bu tanımların ne kadar güncel olduğunu görmek zor değil. Medyanın manipülatif gücü, sahte bilgilerin yayılması ve kamuoyunu yanıltan boş konuşmalar, toplumun zihnini bulandırırken, doğruyu yanlıştan ayırmayı zorlaştırıyor.
Devletler çöküşe geçtikçe, maskeler düşer ve sahtekarlık yaygınlaşır. Hakikat yerini yalanlara bırakır, değerler iç içe geçer. Bugün, toplumlar arasında artan güvensizlik, adaletin sorgulanması ve yönetimlerin şeffaflıktan uzaklaşması, İbn Haldun’un bu tespitlerini doğrular nitelikte. Güç sahibi olanlar, mazlumların yaşamlarıyla oynarken, doğru ve yalan birbirine karışır. Bu durum, sadece siyasi arenada değil, sosyal yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor.
Çöküşün bir diğer belirtisi ise, korku ve güvensizlik ortamının hakim olmasıdır. İbn Haldun, bu durumda insanların mezheplere, fırkalara ve tarikatlara sığındığını belirtir. Bugün, artan kutuplaşma ve ayrışmalar, toplumların ne denli bölündüğünü ve bu bölünmelerin güvensizliği nasıl beslediğini gözler önüne seriyor. Korku kültürü, toplumu sindirirken, hakikat savunucuları susturuluyor, hurafeler ve asılsız iddialar yaygınlaşıyor.
İbn Haldun’un işaret ettiği gibi, toplumlar çöküşe yaklaşırken, güvenilmez yüzler ön plana çıkar, dostluklar zayıflar, hayaller azalır ve umutlar tükenir. Bugün, birçok kişi toplumsal bir kurtarıcı arayışında; ancak bu arayışlar, toplumsal bağların zayıflaması ve bireylerin yalnızlaşması ile sonuçlanıyor. Kabilesine ve ırkına bağlılık güçlenirken, vatan sevgisi bir çeşit delilik olarak görülmeye başlanıyor. Bu durum, milliyetçi söylemlerin yükselişi ve toplumların içine kapanmasıyla da paralellik gösteriyor.
Ve nihayet, ailelerin dağılması, haset, menfaat ve hırsın toplumu sarması, İbn Haldun’un tasvir ettiği çöküşün son evresini temsil ediyor. Bugün, ekonomik sıkıntılar ve toplumsal baskılar aile yapısını zayıflatırken, bireysel çıkarlar, toplumsal değerlerin önüne geçiyor. İnsanlar arasında yaygınlaşan güvensizlik ve belirsizlik, göç projelerine, kaçış planlarına ve gelecek kaygısına dönüşüyor. Vatan bir seyahat noktasına, yaşadığımız yerler valizlere, evler ise hatıralara dönüşüyor.
İbn Haldun’un yüzyıllar önce kaleme aldığı bu öngörüler, günümüz toplumlarına dair derin bir uyarıdır. Vergilerle başlayan çöküş süreci, sosyal dokunun zayıflaması ve değerlerin kaybolması ile tamamlanır. Devletler ve toplumlar bu döngüden çıkış yolu aramazsa, İbn Haldun’un çizdiği karanlık tablo, bir kehanetten çok, kaçınılmaz bir gerçek haline gelecektir. Bu yüzden, bugün daha fazla sorgulamalı, doğru yöne dönmeli ve toplumsal değerlerimize yeniden sahip çıkmalıyız. Çünkü her çöküşün bir uyanışa ihtiyacı vardır.