Bize yapılmasını istemediğimizi biz de başkasına yapmamalıyız.
Yerden göğe doğru bir tesbit.
İnancımızın bize emridir de bu yaklaşım.
Herkes, insanım diyen herkes böyle davranmalı.
Ancak…
Bunu eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül İstanbul Belediye başkanlığı seçimlerine teşmil edince doğru olmaktan çıkıyor.
Tam tersi bir büyük yanlış halini alıyor.
Niye mi?
Millet iradesinin üzerinde bir güç yok diyorsanız, millet adına ortaya konmuş karara sonuna kadar saygı duyacaksınız.
Velev ki, 80 milyonda 1 kişinin hakkı dahi olsa arayacaksınız.
Bu size yüklenmiş bir büyük görevdir.
Sizden kastımız iktidar erkidir…
Dahası, sizden kastımız bütün bir millet fertleridir.
Öyleyse, orta yerde fecaat bir hali görmezden gelemezsiniz.
29 bin oy farkıyla kazanıldığı söylenen belediye seçimleri bir çırpıda 13 binler düzeyine düşmüşse, burada özel bir dikkat pozisyonu almanız kaçınılmazdır.
Yani, gaspedilen millet iradesini muhafaza etmek sizin baş vazifenizdir.
O halde, eski cumhurbaşkanı neyi söylemeye çalışıyor?
Niye böyle bir tavır?
En hafifinden söyleyelim ki, ayıp etmiş…
Millete karşı, memlekete karşı, demokratik yaklaşıma karşı ayıp bir tarz.
Biz tam tersi tutum beklerdik…
‘Durun bir dakika!’ demesini beklerdik…
‘Alan da kaçan mı var? Sabredin, hukuki süreç tamamlansın, hakkınız ise zaten alırsınız’ demeliydi…
Demedi; hatta tam tarsini söyledi…
Üzüldük, O’na dönük uzun yıllar beslediğimiz hüsnü niyete üzüldük…
Ve, nadim olduk!