Ateşin yakılabileceği düşüncesini uyandıran ilk kıvılcımın, çakmaktaşını piritlere sürterken mi, yoksa bir ağaca yıldırım düşmesiyle mi oluştuğu bilinmiyor. Ancak ateşin bulunmasıyla insan yaşamının, özellikle de beslenme konusunda büyük değişimler geçirdiği tartışılmaz bir gerçek.
Ateşin yayılıp geniş ormanları yakışına tanık olan insanlar, hayvanların ve insanların alevler içinde kalıp öldüğünü görünce belki korktular, ama çok geçmeden ateşten yararlanabileceklerini öğrendiler.
Ateş, üretim aletlerinin imalatında önemli bir rol oynamaya başladı. Vahşi hayvanlardan ve soğuktan korunmanın bir aracı oldu ve ateşin bulunmasıyla insanların dünyanın daha büyük bir bölümüne yayılıp yerleşmeleri mümkün hale geldi. Ateşi kullanan uygarlıklar arasında, ateşin kutsal olduğunu düşünüp, ona tapanlar da vardı.
Ateşin bulunmasından önce insanlar avcılık ve meyve toplayıcılığıyla besileniyor, eti pişirmeyi bilmiyorlardı. Ateş bulunduktan sonra, kendilerini korumayı, eti ve topladıkları bitkileri pişirmeyi öğrendiler.
Ateşin bulunması ve insanın ateşi bilinçli olarak yakmayı öğrenmesi ile insanların beslenme alışkanlıklarında ve bunun devamında da fizyolojisinde bazı değişiklikler ortaya çıktı. Pişirilen besinlerin daha yumuşak ve sindirilmeye kolay hale gelişi, hem dişleri hem de sindirim sistemini rahatlattı. Etin pişirilerek tüketilmeye başlamasıyla, zamanla mide asiti azaldı, yumuşatılan besinler dişlere daha az iş yükü bıraktı.
İlk insanlar, bizden 12 tane daha fazla azı dişine sahipti. Yirmi yaş dişlerinin de tamamen işlevsel olduğu bu çeneler, çiğneme için mükemmel özellikler taşıyordu. Ateşin insan hayatına girmesiyle birlikte, bu kadar güçlü çenelere gerek kalmadı. Zamanla çene hacmi küçüldü ve insanoğlu bu dişlerden kurtuldu. Çenelerdeki küçülmeyle eş zamanlı olarak gelişen beyin hacmi, kafatasının şeklinin değişmesine neden oldu.