EMEK’te dün Pide 60’ın “içi evde hazırlanmış” pidelerinden hareketle Bahçeli, Şenyuva, Beştepe, Yenimahalle, Aydınlıkevler’i filan dolaştık biraz.
Dizimizi yeni okumaya başlayanlar için de, ilk gün Emek’teki Şişman Pastahanesi’nde Maraş Dondurması, puaça ve boş sandviç yediğimizi söyleyebilirim.
Pideye dönersek, elinde pide içi fırının başına varanların bazıları, umduğu rakamı hiç bulamayacağını bilerek “Bundan kaç tane çıkar usta?” diye sorardı, ustaya.
Pidecinin -göz-el kararı- kaç pide çıkacağı yanıtını hevesle bekleyen müşteri, evdekileri -kafa sayısına ve iştah kapasitesine göre- şöyle bir hesaplar, “On değil 14 tane olsa, kıyması çok az mı kaçar” diye tartardı bütçeyi...
Pide içine karşı proleter refleksi
Evde hazırlanan “iç”ten kaç pide çıkacağını, 12 Mart’ın ardından ekonominin nasıl düzeleceğini darbecinin karşısında ölçüp-biçen teknokrat gibi fırıncının önünde hesaplayanların aksine, “bir bilen”ler de vardı.
Onlar ya uzmandı “iç” konusunda, ya zengin. Tepeleme kıymayla gelir, “Sekiz tane yap bundan, içi bol olsun” derdi.
Eh, özenirdik elbet.
Mevzu pide de olsa, bir konuda uzmanlık ve zenginlik iyiydi, muteberdi.
Bazımız ise henüz tam telaffuz edemediği “proleter refleksi” ile homurdanırdı usulca:
“Yuh, ne sekizi, en az 16 pide çıkar, sekiz kişi tıka-basa doyar o kıymadan...”
Viski altlığı vekil pidesi farklı olur
Bir de bazı milletvekillerinin müdavimi olduğu “parlamenter pide günleri” vardı 70’lerde...
Adı artık lazım değil, o günlerin Kızılay’da ve Bakanlıklar’da TBMM’nin hemen karşısında “özel vekil kulübü” mekanlarında öğleden sonra poker, 51, yanık seansları hızını almadan köpüklü ayran ile pideler gelir; karınlar doyup geceye altlık afiyetle tamamlanınca, akşamı karşılayan masalarda “eş-dost kumarı” başlardı. Henüz “casino”lar açılmamıştı... O günlerde ithali yasak olan ama her oyunda ambalajından taze çıkarılan “Kem” marka iskambil kağıtları, JB ve Johnny Walker’lar, Marlboro, Kent, Parliament ve hanımlar için mentollü Salem (sonra mentollü Meltem çıktı da rahatladı o alem) “vekil” ve “vekilin vekili” marifetiyle ibadullahtı oralarda. (Bir dönemin yassı Yeniceleri, 20 ince yuvarlak Bahar’i, tok içimli önce filtresiz sonra filtreli Yeniharman’ı, filtreli-filtresiz Hisar’ı, Meclis, Silahlı Kuvvetler ve Asker sigaraları, Birincisi-Üçüncüsü, Bafrası, ithal Gitanes, Gauloises elbet dizimizde olacak)
Mahalle maçı ve amatörlük
İÇİ evde hazırlanan pide kuyruklarında “Ne konuşuluyordu, onca saat?” derseniz... Kuyrukta bekleyen mahalleli havadan-sudan laflardı biraz da, eğer fırındaki anten çubuğu -çekime göre- sağa ya da sola meyletmiş cep radyosundan naklen maç yayını varsa değişirdi mekanın atmosferi.
Kuyruktakiler maç eden BJK-GS-FB’den birini tuttuğunda ortak-takımdaş arardı abartmadan. Eğer bir çoğunluk bulunursa başlardı maç muhabbeti... Hemen herkesin ilk ya da ikinci takımı Ankaragücü, Gençlerbirliği ya da Hacettepe’ydi ama... Doğduğu yerden öte, doyduğu yer önemliydi belki kentlinin Ankaralı takım sevdasında...
Naylon kılıflı futbol topu
Misal, Faruk Cirasun iletisinde Ankaranın güzide futbol kulüpleri PTT, Hacettepe, Şekerspor’un Hipodrom çayırlığında antenman yaptığı dönemleri, hiç heyecanını kaybetmemiş kesitlerle anlatıyor. (Her semtin arsalarında, meşin futbol topu alınamadığı için biri çakıyla güzelce kesilip diğerine kılıf yapılarak ağırlaştırılan, plastik bakkal toplarıyla oynanan maçlar da dizimizde yayınlanacak)
Ama üç büyükler denen, futbol mahşerinin üç atlısının renkleri/reklamı da çalardı akılları...
Futbol kavgaları amatördü eskiden
Yok, pide kuyruğu takım açıdan dağınıksa, heyecanlı pozisyonlara refleks vücut hareketleri ile katılmaktan öte, kimse holiganlaşmazdı.
Maç kavgaları bu kadar “profesyonel” değildi o zamanlar. Ancak 19 mayıs dış sahadaki amatör küme ve her semtteki “mahalle maçları”nın tuzu-biberiydi kavgalar. Bir-iki yumruk, bir kafa çoğunlukla “avut”a... O kadar.
Beline, geçen yıl yüzde 11 artan 15 bin tabancadan birini “ruhsatla” takıp, tribünün “şeref locası”na tüneyen maç külhanları yoktu pek o zamanlar.
Ya da yetişiyorlardı, gizliden gizliye...
DÜZELTME: Dün gazetemizde yayınlanan Kayaş’ta İstasyon Durağı’ndaki pideciyle ilgili anılar okurumuz Ayşe Sema Bilaloğlu’na değil, Beyhan Göktaş’a aittir. Göktaş’ın anlatıları da, Bilaloğlu’nun başta Kızılay, Sakarya, Ulus olmak üzere aktardığı anılar da ayrıca dizimizde yer alacaktır. Mutlulukla, şükranla izlediğimiz her gün yağan, hala dinmeyen anı yağmurunda yaşanan bu teknik aksaklığı düzeltir, özür dileriz.
Çöpçülerin işini kolaylaştıran filtresiz sigara
ARTIK bugün olmayan filtreli-filtresiz sigaralar da dizimizde yer alacak. Bir dönem hemer her anıya eşlik eden sigaranın, hayatın ortak alanlarında yasaklanmasını destekliyoruz elbet... Ama o günler de yaşandı, tarihimizde...
Anı olamalacak kadar taze, sürükleyici satırlarıyla Ankara’yı anlatan yazılarına dizimizde yer vereceğimiz sevgili Ahmet Haluk Başakların özetlediği gibiydi sigaralar:
“Sigara paketlerinin ne jelatini vardı, ne de pamuklu turuncu uçlu filitreleri. Bundandır ki; sokak çöpçülerinin en büyük düşmanı sararmış hazan yaprakları olurdu...”
Baba takımından küçük beye yelek
O yıllarda, herşeyden biraz fazla, “plus”çıkardı. Evin babası takımlık kumaş alır, terzi küçük beye de bir yelek çıkarırdı mesela... Anne yün alır, hırkaya -bir örnek- bir bere de eklenirdi son anda...
Haşlanmış kurufasulyeden, amcabeyin rakısının yanına bol sirkeli-soğanlı bir tabak piyazlık, perdelik kumaştan da onunla takım bir su küpü örtüsü çıkardı.
Hali-vakti yerinde olup da sobadan kalorifere terfi edenler, mutfak tezgahından artan damarlı Afyon mermerinden radyatöre de raf kestirirdi,.. Üstüne halka küpeli Arap kızı (ki duvara asılan apliği de vardı), 7 tane sıralandığında ev sahibi olunacağına inanılan, büyükten küçüğe fil kervanı “biblo”ları, resim çerçeveleri, İş Bankası kumbarası filan koymak için...
“Biblo” da artık “ev aksesuarları”na dönüşerek tarih oldu... (En son “biblo gibi” teriminin, magazin basınında bir manken için kullanıldığını hatırlıyorum)
O içine atılan madeni kuruşlar, 1 ve nadiren 2.5 liralar evin veledi tarafından geri çıkarılmasın diye, yarığında -köpekbalığı dişli- mekanizması olan metal kumbaralar da...
Bir ara biraz robota, biraz da rokete benzeyen kumbara bile çıkmıştı, çocukların anne-babalarını o bankaya -ellerinden çeke çeke- sürüklemeleri için... Para, roketin göbeğindeki yuvaya yerleştirilir, yaylı mekanizma gerildikten sonra düğmesine basınca hop roketin ağzından kumbaranın haznesine yuvarlanırdı... Bankalar bilirlerdi işlerini, o zamanlarda da... Çeyrek asır sonra sokakta su satıp kazandığı parayı bankaya yatıran çocuk reklamına, “çocuk işçiliği” özendirmekten uyarı (belki de ceza) gelmesinin tarihi eskidir.
Emek-Bahçeli’nin hududu 4. Cadde
“BİRLİKTE sokak sokak Ankara’nın tarihini yazalım” çağrımızın ardından başladığımız “sözlü tarih” dizimize, birbirinden kıymetli eklemeler geliyor.
Hepsi hem bilgi, anı/anlatı, “tarih” olarak kıymetli, hem de gezildikçe içerlerde yeniden kıpırdayan, “Hadi gidelim” diyen duygu/zaman tüneli açısından …
İlk bölümde 4. Cadde’den geçerken konakladığımız, Emek Mahallesi’nin ilk markası Şişman Pastahanesi’nin komşusu Gülça Terken’in iletisi, mesela… Duygulanarak okumuş dizimizin ilk bölümünü, bize yazmış, biz de duyguyla, o duyguları hatırlayarak okuduk, aktarıyoruz:
“Şişman Pastanesi’nin yanındaki evde büyüdüm ben.
Şu an yıkılmış olan o binanın yerine de henüz başka bir bina yapılmadı, ayrıca daha iki
gün önce ‘Şişman Amca’ ile 7. Cadde’de ki İş Bankası’nda karşılaşmam da
yazıyı okurken daha fazla duygulanmama neden oldu. (Şişman Pastahanesi’nin sahibinin sevgili kızından aldığımız iletiye göre, 75 yaşındadır bugün. Yürekten dileriz ki; sadece Emek Mahallesi’ne değil, bir kente hep konuksever olan ömrü, hep sağlıklı, uzun olsun)
Bahçeli’de oturan Bahçeli’de okumaz
Önemli bir detaydan bahsetmek isterim. 4. Cadde’nin, Şişman Pastahanesi’nin olduğu tarafı Bahçelievler Mahallesi’ne bağlıyken, karşı tarafı Emek Mahallesi’ne bağlıdır. Bu özelliği ile 4. Cadde gibi caddeler dünya üzerinde pek yoktur sanırım.
Bu ince sınır nedeniyle Bahçelievler tarafında oturmam yüzünden, annemle babamın beni bize yakın olan 8. Cadde’ki Bahçelievler Ortaokulu’na kayıt ettirmek için çok uğraştığını hatırlarım.
Terken’in anısı, 30-40 yıl sonra bugünle bütünleşen traji-komik bir “zihniyet”in de deşifresi…
Şimdi okurumuzun yorumsuz yazdığı, benim de aynen aktardığım anısına dönelim.
Ben diyeyim 8, siz deyin 10 metre eninde bir caddenin Bahçelievler’e sırtını veren tarafından oturduğu için o mahalleye bağlı sayılıyor. Misal, balkondan el salladığı karşıdaki arkadaşı ise Emek Mahallesi’ne kayıtlı.
“Bahçelili” olduğu için Emek 8.Cadde’deki okula kaydı yapılmıyor. Peki Emek’teki okulun adı ne: Bahçelievler Ortaokulu!
Buyurun, buradan kayıt olun…
Başkan Gökçek’in kulakları çınlasın
Zaman tünelinden geçip bugüne gelirsek, Başkan Melih Gökçek’in kulakları çınlasın… Emek ve Bahçelievler’in sokaklarını masaya koyup, iskambil kağıdı karar gibi karıştırdıktan sonra yeniden dağıttı… Tüm Emek-Bahçeli sakinlerinin eyleme, imzaya dökülen karşı kampanyalarına rağmen… Ki, ne zaman bir konuda imza toplansa, uzmanlar, odalar uyarsa, kentli bir araya gelse, tersini yapar. (Alt-üst geçitler, demir kafes, Gökkuşağı vb)
Değiştirdi Bahçeli-Emek’teki tüm sokakların numaralarını… Mesela, benim yıllarımın geçtiği 60. Sokak, 19. Sokak oldu. Diğerlerini pek bilmiyorum, yeni numaralarını da öğrenmeye ne gönlüm var, ne niyetim…
Nostaljik hallerim, geçmişlere özlemlerim filan olmasa da, bu mahallede “eski adreslerim”le yaşayacağım, kalan ömrümü…
Sokak numarası
hafıza kodudur
Üstelik eskiden basitti, numaralı sokaklar. Bu iki mahalle kurulduğundan beri, 10-50 arası numaralanan sokakların Bahçelievler’e, 50’den sonrasının da Emek’e ait olduğunu bilerek yaşadık biz.
Birisi bize Emek’te dolaşırken, “42. Sokak nerede?” diye sorsa, o sokağın yerini bilmesek bile “Amcabey, o sokak Bahçelievler’de sen şu tarafa yürü, sonra sor” derdik, mesela.
Sokak isimleri, hatta numaraları bir şehrin hafıza kodlarıdır. Eğer bugün adı Kazakistan’a gönderilen caddeye hala 4. Cadde diyorsak, Bişkek’e postalanan caddeye hala 8. Cadde diyorsak vardır elbet bir sebebi…
Hafıza mekanlarımızdır oralar. Unutturamazsınız… Asılan yeni tabelalar, hep birlikte (orada yaşayan oranın asıl sahipleriyle) yazmaya başladığımız kendi tarihimizde “karikatür karesi” olur ancak.
Şimdi soralım her birlikte:
“4 mü, 8 mi…”
Karşıt görüşe karşıt cadde
Son bir not; 4. Cadde’deki “bu taraf-karşı taraf” ayrımı, 12 Eylül darbesiyle noktalanan süreçte, sağ-sol ayrımının da hududuydu.
Bahçelievler 3. Cadde’deki MHP Genel Merkezi ve karşısına konuşlanan Bahçelievler Karakolu’nun 42. Sokak’tan 4. Cadde’ye değdiği yere kadar olan alan, 80’lere gelirken “sağ”dı.
Karşısı ise “sol”…
Yanılmıyorsam, 12 Eylül’e giden/götürülen o süreçte, eşiyle gittiği ev gezmesinden döndüğünde arabasının bagajından eşyalarını indirirken öldürülen Gün Sazak’ın evi de, 4. Cadde’de “sol” taraftaydı…
“Sağ yanımda yarem var, sol yana dönder beni” türküsü de, o dönemin türküsüydü değil mi…
O dönemdeki sağ-sol karşıtlığını, bugün sadece cadde karşıtlığı üzerinden tanımlamak bile bir başlangıç olabilirdi, şimdi yeniden üretilmeye çalışılan karşıtlık kaosunda..
Birlikte yazdığımız tarihimizde, siyasi karşıtlıklar, darbeler, çatışmalar da olacak, yazmaya elimiz varmasa da…
Yaşandı çünkü, ve belki bir kez daha yaşanmaması için hatırlanmalı.
Çarpık bacaklı station dolmuş
SALİH Güler iletisinde kendisini, “1970’lerde Bahçelievler’de yaşama şansı bulanlardan birisi” olarak tanımlıyor:
“Evimiz Bahçelievler’in en uzun sokağı olan 4. Caddeye paralel aşağı kadar uzanan 35. Sokak’taydı. Sizler Cumhuriyet’te, bizler Deneme Lisesi’nde okuduk. Diziniz beni o günlere götürdü, nasıl çabuk geçmiş zaman, akıp gitmiş resmen. Aradan 40 sene geçmesine rağmen dün gibi her “yaşanmışlık”.
“4-8” 32 eder
Dolmuş şoförü arka sıradaki yolcuya para üstü hesaplarken bir yandan da soruyor “4-8” diye... Hazırcevap ve o güzergahı şimdiye kadar hiç kullanmayan sarışın hanım “12” cevabını veriyor. Şoför bir daha sorunca bu sefer “32” diyor... Şoför dayanamayıp yolun kenarına çekiyor aracını ve diğer yolcularla beraber gülmeye başlıyorlar.
Bu arada Ulus-Bahçeli hattında çalışan çarpık tekerlekli şanzuman sesini direk yolcuların kulağına yansıtan, koltukları parlak muşamba kaplı (kışın donduran, yazın pişiren) eski “Skoda” marka station dolmuşları unutmayın.